top of page
Search
Writer's picturememokaraca

Beşibiryerde… Popstar…. Ve sinemaya dönüş: Hırsız Var!…


Sony’den haklarını alarak yaptığımız uyarlama sitcomlardan sonra onların önerisiyle uyarlama bir drama dizisini hayata geçirebilir miyiz düşüncesi ortaya çıktı. Sony yetkilisi Brendan Fitzgerald ile bir çalışma yaptıktan sonra Amerika’da 1994 ve 2000 yılları arasında altı sezon FOX kanalında ilgiyle izlenen “Party of Five” adlı dizide karar kıldık. O zamanki eşim yapımcı-yönetmen Cansu Akbel’in Medyapım bünyesinde bu işin yapımını yürütmesine karar verdik. Cansu, diziyi bir dönemin en çok tercih edilen reklam yönetmenlerinden Oğuzhan Tercan’a önerdi. O da kabul etti. Hazırlıklara başlandı. Dizinin adaptasyonu için de Kürşat Başar kolları sıvadı. Başroller için Özgü Namal, Demir Demirkan ve Berke Üzrek ile anlaşıldı. Demir Demirkan dizi için bir “Hayat Sensiz Olmuyor” diye bir

şarkı yaptı. Dizi Türkiye'de ilk kez Sony'nin HD kamerası kullanılarak çekiliyordu. Dizinin ilk çekim görüntülerini de kullanarak bir klip kurgulamıştık. Oğuzhan klibi çekerken bir Sony handycam’i Demir’in gitarının koluna bağlayarak ilginç açılar elde etmiş ve kullanmıştı. O yıl Mipcom’da Brendan’ın klibi Sony standında herkese gösterdiğini ve Sony’nin elektronik ve içerik işlerinin sinerjisinin ne kadar verimli kullanıldığı konusunda yorumlar alındığını hatırlıyorum. Ne yazık ki, dizi yayına girdiğinde umduğumuz başarıyı sağlayamadı. Öykü anne ve babalarını kaybeden ve kendi başlarına kalan beş kardeşin hayatla mücadelesini, karşılaştıkları sorunlarla başa çıkmaya çalışmalarını ve dayanışmalarını anlatmaktaydı. Sanırım uyarlamada en büyük yanlış, kardeşlerin yalnız kalınca ekonomik açıdan sıkıntılı bir sürece girmekle beraber esasında yaşam standardı pek de fena olmayan kentsoylu bir aileden gelmeleriyle yapıldı. Bugün hala bu dizideki beş kardeşi biraz daha dar gelirli, olanakları çok daha kısıtlı, kırsal kökenli bir aileye ait olarak tasarlasaydık, dizinin seyirciyle çok daha kolay buluşma olasılığı olacağını düşünür, potansiyelini değerlendiremediğimiz kanaatine varırım. Medyapım olarak çok parlak başlayamayan bazı işlerle ilgili nasıl ısrarcı olduğumuzu, kanal yöneticilerini düşük ratinglere biraz direnmeleri için nasıl bir yaklaşım gösterdiğimizi bildiğim için bu dizinin apar topar kalkması için de neden bu kadar acele edildi diye de düşünürüm zaman zaman.


Gelelim Medyapım’ın 2000’li yılların başında efsane olmuş bir yapımına, Popstar’a. Günlerden bir gün Ömer Karacan’ın bir telefonu ve ofisime ziyarete gelmesiyle Popstar gündemime gelmişti. Ömer, büyük bir heyecanla dünyada yayınlandığı ülkelerde olağanüstü bir ilgi görmeye başlayan iki yetenek yarışmasından söz ediyordu. Popstar ve Pop Idol. Popstar’ın kasedini getirmişti ve bu yarışmayı yaparsak Türkiye’de de büyük ses getireceği görüşündeydi. Doğrudan bir talepte bulunmamakla birlikte eğer ilgilenirsek ve hayata geçirirsek Ömer elbette jüride yer almak istiyordu. Ömer’in getirdiği kasedi Fatih Aksoy’a izlettim. Armağan Çağlayan da formattan haberdarmış, Fatih’e söz etmiş. Ben de gündeme getirince üzerinde tartışmaya başladık. İlk bakışta Fatih’in önce aklına yatmadı gibi oldu ama sanırım biraz odaklanıp tekrar baktığında yarışmanın içindeki dinamikleri ve dramayı elbette hemen farketti. Araştırınca Popstar formatının haklarının Osmantan Erkır’da olduğu ortaya çıktı ve “Gel beraber yapalım,” dedik. Format kendisinde olduğu halde televizyon kanallarını bir türlü ikna edememiş olacak ki, teklifimiz cazip geldi fakat sunucusunun kendisi olması gibi bir şart koştu. Fatih, Osmantan Erkır, Gamze Özçelik ve Haldun Dormen’den oluşan çoklu bir sunum yöntemi buldu. Sıra jüriye gelmişti. Herkesin bildiği gibi Ercan Saatçi, Ahmet San ve Deniz Seki’nin yanında son jüri üyeliğini Fatih çok ilginç bir hamleyle Armağan Çağlayan’a önermişti ve Armağan bu sayede ülke çapında şöhrete kavuşmuştu. Bir yapımcı olarak elbette programda en yüksek verimi sağlayabilecek dinamikleri bir araya getirmek gerekiyordu. İlk

Popstar jürisi elemelerde

Popstar’ın olağanüstü başarısı düşünül-düğünde de demek ki Fatih ve ekibinin kararlarıyla taşlar yerli yerine doğru oturmuştu. Ama bu arada kabak benim başıma patlamıştı. Formatın gündemimize gelmesini tetikleyen Ömer Karacan olmuş, ama onu ne aramış ne sormuştuk. Kendimi olağanüstü mahçup hissetmiştim. Bu durum herhalde Fatih Aksoy’u da sonrasında rahatsız etmiş olmalı ki uzun yıllar sonra Medyapım “X Factor” adlı bir başka müzik yetenek yarışmasını hayata geçirirken Ömer Karacan ile jüri üyesi olarak çalıştı. Bu arada unutmadan eklemeliyim Popstar formatının haklarına sahip olan Osmantan Erkır elde edilen başarının hemen ardından, ikinci sezon için “sizinle çalışmayacağım, ben kendim yapacağım” diye Medyapım ile yolları ayırınca biz de Pop Idol haklarını alıp “Türkstar” adıyla devam etmiştik.


Daha önce de yazmıştım, ortaklardan Fatih Aksoy ve ben zaman zaman endüstrideki gelişmeleri de takip ederek acaba bir sinema filmi yapsak mı diye düşünürken, Yiğit Şardan riskli bulduğu bu alana oldukça soğuk bakıyordu. “Beşibiryerde” adlı dizi vasıtasıyla tanıştığım yönetmen Oğuzhan Tercan ile sık sık bir araya geliyorduk. Evimize de sık sık geliyordu, filmler izliyor, sinema üzerine uzun sohbetler yapıyorduk. Bu arada Türkiye’de son birkaç yılda ilginç gelişmeler oluyordu 2001 krizi ülkeyi derinden sarsmış, bankalar ve bazı medya şirketleri TMSF yönetimine geçmişti. 2002 seçimleriyle AKP iktidara gelmişti. Bütün bunlar yaşanırken bir yandan da tabir-i caizse ekranlarda bir “televole” kültürü egemen oluyor, ünlülerin ve seçkinlerin hayatı rengarenk görüntülerle halka pompalanıyordu. Ülke bugünkü gibi bütün cıvataları sökülmüş atılmış ve yerle bir olmuş değildi belki ama bayağı harap vaziyetteydi. Kendi kendime bir şeyler karalamaya başladım. İşim gereği yakından gözlemleme şansım olan aynı zamanda banka ve medya sahibi olan iş adamlarından esinlenerek bir aile hayal ettim. TMSF [1] bu ailenin mal varlıklarına el koyacaktı. Ailenin bir mensubu iş dünyasının dinamiklerini hiç bilmeyen ve kariyerinin dönüm noktası bir defileye hazırlanan bir modacı olacaktı. Bu modacının defilesinde yer alan mankenlerden birinin de belalı bir mafya sevgilisi olacaktı. Bu şekilde ülkenin zirvesindeki seçkinler dünyası, magazin kültürü ve gündemimizden hiç eksik olmayan mafyanın yolunu kesiştirmiştim. Buradan hızlı akan, zaman zaman kaotik bir hal alan komedisi bol bir hikâye çıkarmak istiyordum ama nasıl ilerleyeceğim konusunda kafam karışıktı. Tek bildiğim bir şey vardı, eğer ortaya bir film öyküsü gibi bir şey çıkacaksa çokça tanık olduğumuz ucuz ve yerel bir espri anlayışından uzak olsun istiyordum. Evet, yerel olgu ve gerçeklerden hareket eden ama derdini olabildiğince evrensel bir dille anlatan bir şeyler hayal ediyordum. Sanırım önce Oğuzhan Tercan ile paylaştım. Oğuzhan heyecanlandı. Güncel, eğlenceli aynı zamanda da tarihe not düşen bir film öyküsü oluşturabileceğimizi söyledi. Bunun üzerine Fatih Aksoy’a anlattım tasarladıklarımı, ya da karaladıklarımı verdim okusun diye, doğrusu hatırlamıyorum. Çıkış noktamı Fatih de çok ilginç buldu. Fikri bir sinema filmi olarak geliştirmeye karar verdik. Senarist olarak Haluk Özenç’le anlaştık, yazım aşamasından itibaren sette karşılaşacaklarımızla ilgili öngörülerimizin yerli yerinde olabilmesi için özellikle uluslararası yapımlarda edindiği derin deneyimden de yararlanmak üzere Ali Akdeniz’in benimle birlikte yapımcı

Oğuzhan Tercan, Ali Akdeniz & Haluk Özenç

olarak projede yer almasını ve uygulayıcı ekibi yönetmesine karar verdik. Filmi elbette Oğuzhan Tercan çekecekti. Böylelikle Medyapım’ın Levent Gültepe girişindeki TOBB binasındaki ofislerinde, 11.kattaki odamda yaklaşık altı ay boyunca neredeyse her hafta bir araya geldiğimiz dörtlü toplantılarımız başladı. Filmin tüm çatısını, karakterlerini ve öykünün gelişimini hep birlikte tasarladık. Her toplantı sonrası Haluk notlarını alıyor, ev ödevini yapıyor ve bir sonraki toplantıya yazdığı materyalle geliyordu. Yanlış hatırlamıyorsam yılbaşından bahar aylarına dek tam yedi taslak yazıldı. Cast aşamasına geçildi. Modacı için favorimiz sitcomlarda birlikte çalıştığımız Haluk Bilginer idi, onunla anlaştık. Manken kız için yine Medyapım bünyesinde bir çok işte bizimle çalışan Gamze Özçelik ile anlaştık. Mafya lideri için Mehmet Ali Erbil gündeme geldi. Kendisiyle bir araya geldiğimizde karakteri hiçbir komiklik yapmadan yorumlamasını, durumun komiğinin peşinde olduğumuzu vurguladığımızı hatırlıyorum. Ondan hep aynı tarz, abartılı jest ve mimiklerle dolu, biraz sulu bir mizah anlayışıyla perdeye yansıyan bir oyunculuk talep ediliyordu. Belki de bizim tam tersi bir yaklaşımla yaptığımız rol önerisi ona cazip gelmişti. Onunla da anlaştık. Filmde profesyonel bir hırsız karakteri için isimler ortaya atılırken bomba Ali Akdeniz’den geldi. Ali, Fatih Akın’ın “Duvara Karşı” filminin Türkiye’de çekilen sahnelerinin uygulayıcı yapımcısıydı. Filmin başrol oyuncusu Birol Ünel performansıyla hem Türkiye’de hem de uluslararası alanda olağanüstü ilgi görmüştü. Ali, bu

Fatih Akın & Birol Ünel

rolü Birol’a teklif etmeyi önerdi. Birol’un Ali’ye güveni o kadar yüksekti ki, hiç düşünmeden rolü kabul ettiği haberi geldi. Hem de üstüne üstlük şahane bir sürprizle birlikte. Profesyonel hırsızın filmin başında vurularak öldürülecek olan arkadaşını da Fatih Akın oynayacaktı. Hemen bu karakterleri hırsızlık için Almanya’dan gelen gurbetçiler olarak değiştirdik. Filmin kadrosu giderek bir şöhretler geçidi halini alıyordu. Önemli rollerden biri de modacının kız kardeşiydi. Arayışımız sürüyordu. Bizim senaryo çalışmalarımız sırasında Avrupa Yakası yayınlanmaya başlamış ve yaratıcısı Gülse Birsel’i hızla şöhrete ulaştırmıştı. İsmi gündeme geldiğinde acaba kendi yazmadığı bir senaryoda yer alır mı diye bir soru işaretimiz vardı. Aradık, sorduk. Okumak istediğini söyledi. Yanılmıyorsam güneyde bir yerde tatildeydi. Senaryoyu yolladık kendisine. Okuduktan sonra çok sevdiğini söyleyerek rolü kabul etti. Başroller tamamdı. Yardımcı roller için bile çıtayı düşürmedik. Suna Pekuysal ve Ahmet Mümtaz Taylan başta olmak üzere her biri birbirinden profesyonel ve şöhretli oyunculardan kurulu bir kadro kuruldu. Denizli’de yıllar önce askerlik yaparken arkadaş olduğum Cengiz adındaki endüstriyel tasarımcı bir arkadaşım Viyana’da yaşıyordu. Tam bu cast çalışmalarına başladığımız sırada onun referansıyla bir oyuncu ziyaretime geldi. Haktan Pak adlı bu arkadaş Viyana’da yaşıyor, orada bir yandan şoförlük, barmenlik gibi çeşitli işlerden para kazanıp hayatını sürdürüyor, öte yandan da oyunculuk yapıyordu. Show TV’de yayınlanan, Beren Saat ve

Engin Akyürek’in şöhrete ulaştığı “Türkiye’nin Yıldızları” adlı yetenek yarışmasına katılmak üzere İstanbul’a gelmiş ve sanırım ilk eleme yapıldığında programa veda etmişti. Beni ziyarete geldiğinde kendisini programda gördüğümü hatırlamıştım. Duruşu, fiziği ve ses tonu dikkat çekiyordu, ilk turda elenmesi şaşırtıcıydı. Sonradan dost olacağım ve fakat beklenmedik şekilde çok genç bir yaşta kaybedeceğimiz Haktan’a verdiğim rol onun oyunculuk kariyeri açısından da sanırım yeni bir başlangıç noktası oldu. “Hırsız Var!” ismini koyduğumuz filmimizin cast açısından ilginç bir tarafı da

Hakan Algül ve Ketche

ufak yardımcı rollerde bir çok yönetmenin yer almasıydı. Yukarıda sözünü ettiğim Fatih Akın’la birlikte Hakan Kırvavaç (Ketche), Hakan Algül, Devrim Yalçın ve Atıl İnaç güvenlik görevlilerini canlandırdılar. Bora Tekay Laz Mafyalardan birini, Mustafa Uslu mankenlerden birinin para babası sevgilisini, Ezel Akay da bir restorandaki çatışma sahnesinde aşçıbaşıyı oynadılar. Filmin müzikleri için İskender Paydaş ile filmdeki defilede yer alacak tüm kostümler için de Dilek Hanif ile anlaşıldı, defilenin koreografisini de Sait

Oğuzhan Tercan, Sait Sökmen ve Dilek Hanif

Sökmen yaptı. Filmde yardımcı yönetmenliği bugünün başarılı yönetmeni Ozan Açıktan üstlendi. Sanırım Ağustos ayı başında motor dedik. Ali'nin ekibinden Funda Ödemiş ve Medyapım ekibinden Mine Şengöz (Öztürk) yapım sorumlusu olarak setin başındaydılar. Film kadrosu ve konusuyla basında hemen geniş yer almaya başlamıştı. Filmin başında TMSF yetkilileri Zafer Kayaokay'ın canlandırdığı bankası ve televizyon kanalı olan bir işadamının yalısını basıyor tüm mallarına el koyuyorlardı. Bu sahnenin çekimleri basında yer alınca İktisat Bankası, Show TV ve Cine5’in eski sahibi Erol Aksoy telefona sarılıp Fatih Aksoy’u aramıştı. “Siz benim başıma gelenleri mi film yapıyorsunuz” diye çıkışmıştı. Elbette Erol Aksoy’un yaşadıkları da bizim film öyküsüne ilham veren gerçek olayların arasındaydı ama onun öyküsünü anlatmak gibi bir derdimiz yoktu. Ülkede yaşanılan bir çok olaydan hareketle oluşturduğumuz öykümüz ve karakterlerimiz tamamen kurguydu. Fatih durumu kendisine aktarınca sanırım sakinleşmişti.


[1] Tasarruf mevduatını sigorta etmek üzere 1983 yılında T.C. Merkez Bankası bünyesinde kurulan kurum, 1999 yılında Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumunun (BDDK) kurulması ile de temsil ve idare bakımından BDDK altında yeniden yapılandırılmıştır. 1994 yılında yaşanan ekonomik kriz ile birlikte başlayan 10 yıllık süreçte TMSF'ye toplam 25 banka ve çeşitli medya kuruluşları devredildi.


 
Oğuzhan Tercan ile birlikte sette

Filmin dikkat çeken bir özelliği de o yıllar ölçeğinde oldukça başarılı sayılabilecek otomobil takip sahneleriydi. Sanırım Ali’nin araştırması sonucu anlaştığımız Rus bir ekip gelip otomobil takip sahneleri için bir koreografi çalışmasını yürüttüler. Oğuzhan bu ekiple uyumlu bir şekilde çalışıp kafasındaki sahneleri filme aktarabildi. Özellikle yoğun bir trafiğin akış yönünün tersine giden bir araba ve onu takip eden diğer arabaların sahneleri başarıyla çekildi.


“Hırsız Var!” ticari filmler arasında HD teknolojisiyle çekilip 35 mm’ye aktarılan ilk filmdi. Doğrusu Cemal Noyan’ın İmaj adlı şirketinde yürütülen post prodüksiyon sürecinde ilk olmanın bazı sıkıntılarını yaşamıştık ama sonunda filmi Sinefekt’te başarıyla 35 mm’ye transfer etmiştik.


“Hırsız Var!” için ortağımız Güzel Sanatlar grubunun müthiş bir desteği oldu. Çarpıcı bir reklam kampanyası yürütüldü. Ajans filme “Türk işi ekşın!” diye dikkat çeken bir slogan bulmuştu ve büyük kentlerin her köşesi afişlerimizle donatıldı. Hiç unutmuyorum, filme herhalde az bir süre kala Oğuzhan ve Ali gecenin geç bir saatinde Beşiktaş’taki İmaj binasından çıkıp Barbaros Bulvarı’ndan Levent istikametine doğru çıkarlarken, iki adımda bir otobüs duraklarındaki raketlere yeni yerleştirilen filmin afişlerini gördüklerinde büyük bir heyecana kapılmışlar, ertesi sabah ilk iş kapıldıkları coşkuyu benimle paylaşmışlardı.


“Hırsız Var!” 21 Ocak 2005’de vizyona çıktı. Bizden bir hafta önce başrol oyuncumuz Mehmet Ali Erbil’in de kadrosunda olduğu “Hababam Sınıfı Askerde” vizyona çıkmıştı ve hafta sonu 400 bin civarında seyirci yapmıştı. “Hırsız Var!” ilk hafta sonunda 300 binin üzerinde bir seyirci sayısını yakaladı. Çok başarılı bir başlangıç yapmıştık.


Mehmet Ali Erbil & Haluk Bilginer

Film saygın bazı isimlerden olumlu eleştiriler aldı. Atilla Dorsay “Çılgın ama başarılı bir komedi denemesi “ başlığını attı. Hıncal Uluç “Hırsız Var, başından sonuna alkışa layık, harika bir film” diye yazdı. Alin Taşçıyan komedi aksiyonun çok zor bir genre olduğunu vurguluyor, filmin sinemamızda son dönemdeki en başarılı aksiyonu içerdiğini teslim ediyordu. O dönemde Medyapım’da danışman olarak bizimle birlikte çalışan Faruk Bayhan, yakın dostu Hıncal Uluç’a bir mail göndererek teşekkür etmemi istedi benden. Ben de Faruk ağabeyi kırmadım, Hıncal beye bir teşekkür yazısı yazdım, gönderdim. Ama öte yandan filmi yerden yere vuran eleştirmenler de oldu. En acımasız yazıyı Ahmet Hakan yazdı. Yazısının başlığı “Uzak durun!” idi. Bütün yazıda okuyucuya vizyondaki iki filme, “Hababam Sınıfı Askerde” ve “Hırsız Var!”a asla gitmemeleri gerektiğini, böylelikle Türk sinemasına hizmet etmiş olacaklarını uzun uzun gerekçeler sunarak anlatıyordu. Bu yazı ortalığı karıştırdı. Gazeteciler ertesi gün beni arayıp yazıyla ilgili yorumumu sordular. Her türlü eleştiriye elbette açıktım. Herkes bu filmleri beğenmek zorunda değildi. Beğenmediğini, çok kötü bulduğunu yazmakta özgürdü. Ama kimse ben bu filmi beğenmedim, onun için kimse gitmesin, gitmesin ki bu filmleri yapanlar da para kazanamasın, para kazanamasınlar ki başka film de yapamasınlar şeklinde bir yazı yazma hakkına sahip olmamalıydı. Ben Ahmet Hakan’ın yazıları o kadar saçmasapan ve kötü ki okumamak ve yazdığı gazeteyi satın almamak Türk basınına hizmet olacaktır, sakın para verip bu gazeteyi almayın deme özgürlüğüne sahip miydim ? Çok sinirlenmiştim, belki biraz da ileri giderek Ahmet Hakan’ın yazısını “terbiyesizlik” olarak niteledim. Benim “terbiyesiz” lafım çıkınca bu sefer Hıncal Uluç, Ahmet Hakan’ı savunup, güzel yazıya teşekkür edenler eleştiriyi kaldıramadılar mealinde bir yazı yazıp benim sözlerime sert bir tepki vermişti.


“Hırsız Var!” Türkiye ve Avrupa’da 1 milyonun üzerinde 2005 yılı standartlarına göre oldukça iyi sayılabilecek bir seyirci sayısı yakaladı ve Medyapım’ın gişede başarılı olan ilk sinema filmi oldu.


93 views0 comments

Recent Posts

See All

Comments


bottom of page