Digiturk ile çalışmaya başlayalı bir yıl olmuştu. 2007 yılının yaz aylarının başında yönetimin de önerisiyle kendi ofisimi TürkMax’ın kullandığı stüdyoların üst katında bana ayrılan bölüme taşıdım. Böylelikle çok daha verimli çalışma olanağı buldum. İstediğim zaman çekimler için stüdyolara iniyor, gerektiğinde yine alt katta kurulu montaj odalarına gidiyor, sonra da bir iki dakika içinde ofisime dönebiliyordum. Bir önceki yazımda da anlattığım gibi ekonomik olarak manevra alanımız ulusal çapta yayın yapan açık kanallarla rekabete yanaşamayacak kadar sınırlı olmasına rağmen, bugün geriye dönüp baktığımda TürkMax’da oldukça önemli isimlerle iz bırakan işler yaptığımızı görüyorum. 2007 yılı sonbaharında hafta içi her gün yayına soktuğumuz Hülya Avşar Stüdyosu da bunlardan biriydi. Editörlerimiz, yapım ekibimiz ve yönetmenimiz Ebru Yalçın ile birlikte tüm konseptini oluşturduğumuz, ışığı, dekoru ve konuğun önemli söylemlerini vurgulayan efektleriyle hemen ilgi çekmişti. Sanattan, spora, sağlıktan, iş dünyasına ve siyasete, aklınıza gelebilecek her türlü konu ve konuk Hülya Avşar Stüdyosu’nun kapsama alanındaydı. 2007-2008 yayın sezonunun sonunda Hülya’nın da girişim ve katkılarıyla dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan programa konuk olmayı kabul etmişti. İstanbul’da Dolmabahçe’deki çalışma ofisinin giriş katında bir salona dekorumuzu kurmamıza izin vermişlerdi. Siyah perdelerle çevirdiğimiz alana Hülya’nın ışıklı bir masadan ibaret olan dekorunu taşımış ve programı orada çekmiştik. Siyasete pek fazla dokunmayan, başbakanın çocukluğu, gençliği, ailesi ve özel yaşamıyla ilgili bilinmeyenleri sormayı amaçladığımız program yayınlandığında çok seyredilmişti. Henüz Erdoğan 5-6 yıllık başbakandı.
Medya bugünkünden çok farklıydı. Gerçekten de kendisi hakkında henüz bilinmeyen ayrıntıları içeren bir sohbet olmuştu. Muhalif kanattan bizim başbakanı sempatik göstermeye çalıştığımız şeklinde bazı eleştiriler geldi. Oysa hiç öyle özel bir gayretimiz yoktu, bizim yaptığımızın adı dünyanın her yerinde başarılı televizyonculuk olarak nitelendirilirdi. Hülya Avşar Stüdyosu’yla ilgili bir anım da sanırım 2008 sonlarına doğru olsa gerek, Melih Gökçek ile ilgiliydi. 2009 yılında Mart ayında yapılacak yerel seçimler öncesi büyük kentlerdeki adayların bazılarını konuk almaya niyetlendik. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek de bunlardan biriydi. Gökçek’ten sonra da rakibi Murat Karayalçın konuk olarak gelmişti. Karayalçın’ın programı yayınlandıktan sonra Gökçek bana cevap hakkı doğdu diyerek telefona sarılmış beni aradı. Kendisine “Önce siz çıktınız, icraatlarınızı ve önümüzdeki dönem için vaatlerinizi anlattınız. Sonra da rakibinizi konuk aldık, o da aynı şekilde projelerinden bahsetti. Üstelik biz bir haber kanalı değiliz, amacımız adayları sadece siyasi kimlikleriyle değil, kişilikleri, geçmişleri, halkın bilmediği yönleriyle de izleyiciye sunmak.” diye dert anlatmaya çalıştım. Ama nafile. Benim Gökçek’e laf yetiştirmem, onunla karşılıklı bir tartışmayı sürdürebilmem bile olanaksızdı. Neredeyse onbeş yirmi dakika susmamacasına, her ağzımı açtığımda beni konuşturmadığı bir telefon görüşmesi yaptık. Pes ettim. Buyrun gelin, gerçekten cevap hakkınız olduğunu düşünüyorsanız biz sizin bu hakkınızı gasp etmeyelim dedim, kendisine programda belirli bir süre verdik.
2007-2008 sezonunda büyük bir keyifle ekrana getirdiğimiz bir program da Oktay Kaynarca ve Seray Sever’in hafta içi sanırım dört akşam canlı olarak sundukları “Her Şey Dahil” adlı programdı. Önder Açıkbaş ve Ceyhun Fersoy’un reji odasındaki yönetmen ve asistanını canlandırdıkları bu program ile açık kanallardaki dizi ve programlara bir alternatif üretmeyi hedeflemiştik. Oldukça eğlenceli, ilgi gören bir program olmuştu.
Herhalde Digiturk yönetimi yaptığımız işlerden ve kanalın performansından mutluydu ki 2008 Eylül ayında başlayacak yeni dönem için elimizi bir nebze olsun rahatlatacak olanakları sağladı bize. Hemen kolları sıvadık. Mine ve Medyapım’da birlikte çalıştığımız arkadaşlarla başardığımız sitcom örneklerinin bir benzerini burada da hayata geçirebilir miyiz diye düşünüyorduk. Ama yapacağımız işler dekor anlamında bizi zorlamamalı, oyuncu kadrosu da çok geniş olmamalıydı. Konuk oyuncular dışında ana kadrosu sadece dört oyuncudan oluşan, basit dekorlarla kotarılabilecek, 1950’lerde Amerika’da yayınlanan klasik bir sitcomda, “I Love Lucy” de karar kıldık. Böylelikle oyunculara yatırım yapabilecektik. Demet Akbağ, Güven Kıraç, Ragıp Savaş ve Ruhsar Gültekin’den oluşturduğumuz oyuncu kadrosuyla başarılı bir iş ortaya çıktı. Hatta daha sonraları bu dizi ATV’ye lisanslanarak açık kanalda da yayınlanmıştı. Benzer bir işi Haluk Bilginer, Celal Kadri Kınoğlu, Deniz Arcak, Şebnem Dönmez ve Füsun Erbulak’tan oluşan bir kadroyla, formatını İspanya’dan lisanslayarak uyarladığımız “Nerede Kalmıştık ?” adlı diziyle hayata geçirmiştik. Uzun yıllar komada kalan bir adamın uyanıp hayata dönmesiyle ortaya çıkan komediyi işleyen bir diziydi. Oyuncu kadrosu sayesinde izlendi ama beklentileri diğeri kadar karşılayamadı sanki. Yeni dönemde başlattığımız ve TürkMax’ın herhalde en başarılı yapımı olarak tanımlanabilecek proje ise kuşkusuz “1 Erkek 1 Kadın” idi. Kanada’da başlayan, daha sonra Fransa’da ileriki yıllarda Oscar kazanacak olan Jean Dujardin ve Alexandra Lamy’nin oynadığı “Un gars, une fille” adlı her biri 7 ila 9 dakikalık skeçlerden oluşan ve bu iki ülke dışında da çeşitli dillerde versiyonları yapılan harika bir işti. Formatın hakları ortak olarak yeni bir yapım şirketi kuran Müge Turalı ve benim Galatasaray altyapısında basketbol oynadığım yıllarda takım arkadaşım olan Mehmet Altıoklar’daydı. Hem Müge ve Mehmet, hem de formatı daha önce opsiyonlayan bazı başka yapımcılar projeyi çeşitli kanallara önermişler fakat hiçbir kanal bu kısa skeçleri hangi kuşakta ve nasıl yayınlayacakları konusunda bir karara varamamışlar. Proje beni çok heyecanlandırdı. Ancak format bedeli bizim bütçemizi zorluyordu doğrusu. İşin tutacağına yüzde yüz emindim. Mehmet ve Müge’ye belirli bir bölüm sayısı garanti verirsek Kanadalı firma bölüm başı format bedelini düşürür mü diye sordum. Konuştular ve firmayı biraz daha makul bir düzeye çekmeyi başardılar. Sözleşmemizi yapıp işe koyulduk. “1 Erkek 1 Kadın” gündeme geldiği ilk andan itibaren kadın oyuncunun Demet Evgar olması konusunda hepimiz mutabıktık. Erkek oyuncu konusunda da kısa sürede Emre Karayel üzerinde karar kıldık. Yıllarca ekranda kalacak bu efsane iş böyle doğdu.
Bu süreçte Mustafa Altıoklar ile yaptığımız ve her bölümde bir yönetmeni ağırladığımız “Sinemacı” diye bir programa da başlamıştık. Birazdan anlatacağım nedenlerle çok uzun sürememişti ama büyük bir keyifle hayata geçirdiğim bir yapım olmuştu. Konu yönetmenlerden açılmışken, TürkMax’da yapmış olmaktan büyük mutluluk duyduğum işlerden biri de Yılmaz Güney başta olmak üzere sinemamızın önemli yönetmenlerinin filmlerini bir ay içinde toplu gösterim şeklinde ekrana getirmemiz olmuştur.
TürkMax dönemimde Digiturk’ün katkılarıyla dört tane yapımı da sinema filmi olarak da izleyicilerle buluşturma olanağımız olmuştu. Bunlardan ilki aslında bir dizi projesiydi. Faruk Bayhan Medyapım’da danışmanlık yaparken kendisini ziyarete geldiğinde tanıştığım gazeteci Avni Özgürel TürkMax’ın kuruluş aşamasında beni ziyaret etmişti, birlikte neler yapabileceğimizi konuşmuştuk. TürkMax’ta mutlaka gerçek kişi ve olaylardan hareketle hayata geçen projeler olsun istiyordum. 12 Eylül darbesini anlatan bir projede karar kıldık. Avni bey bunu 6 bölümlük bir mini-dizi olarak yazacaktı. “Zincirbozan” adı verilen projede hem Kenan Evren'in hem de dönemin tüm siyasi liderlerinin ilk kez aktörler tarafından canlandırıldığı bir yapım olması ve darbenin perde arkasına ışık tutacak olması heyecan vericiydi. Projede yönetmen olarak Atıl İnaç görev aldı. Çekimler bitip post prodüksiyon aşamasına geçildiğinde gündeme elimizdeki bu malzemeden bir sinema filmi versiyonu oluşturabilir miyiz sorusu geldi ? İmaj’ın Beşiktaş’taki binasında çekim bantlarını ve
başlanmış olan dizi montajını Avni Özgürel ve Atıl ile birlikte uzun uzun seyrettikten sonra konuyu Digiturk yönetimi ve genel müdür Ertan Özerdem ile paylaştım. Batı ülkelerinde bazı dijital platformların, pay TV kanallarının sinemaya verdikleri destek de örnek alınarak yeşil ışık yakıldı. Altı saat olarak planlanan bir hikayeyi 100 dakika civarında nasıl toparlayabiliriz sorusuna cevap bulmalıydık. Avni bey ve Atıl ile birlikte bunun üzerinde çalışırken bir yandan da sinema filmi olarak vizyona çıkmanın hazırlıklarına ve görüşmelerine başladım. Sıkı bir çalışmayla 110 dakikalık bir film ortaya çıkardık. Filmin afişini Emrah Yücel yaptı. Digiturk İstanbul ve Ankara’da galalar düzenledi. Ankara’da Kızılay Büyülü Fener Sineması’ndaki galaya 9.Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de katıldı ve çıkışta filmde anlatılanların son derece gerçekçi olduğu şeklinde bir demeç verdi. Filmin vizyonundan bir süre sonra “Zincirbozan”ın altı bölümlük dizi versiyonunu da TürkMax’da ekrana getirdik. İlgiyle izlendi.
Burada anlatacağım TürkMax’ın ikinci sinema filmi projesi Birol Güven’den geldi. Birol Güven TürkMax’a gelip, bugün artık kapatılmış olan Bayrampaşa Cezaevi’nde hükümlülerle sürdürülen oyunculuk atölyesi çalışmalarını bana anlattı. Sonra da başrolünde Vural Çelik’in oynayacağı, bazı profesyonel oyuncuların konuk oyuncu olacağı ama diğer bütün rollerin cezaevinde oyunculuk atölyesinde yer alan hükümlüler tarafından canlandırılacağı “Bayrampaşa, Ben Fazla Kalmayacağım” adlı projeyi sunup, TürkMax olarak bunu bir televizyon filmi olarak düşünüp destek olur muyuz diye sordu. Çok ilginç bir projeydi, filmdeki şarkılar bile hükümlülere aitti. Hemen projeyi kabul ettim. Bayrampaşa Cezaevi’ne gidip Hamdi Alkan’ın yönetmenliğini yaptığı filmin setini de ziyaret etmiştik. Bu projenin de bir televizyon filmi olarak kalmasına gönlümüz elvermedi ve önce sinemalarda izleyiciyle buluşmasına karar verdik.
Digiturk serüvenimde kurum adına iki filmin daha yapımcısı olarak görev aldım. Bu iki proje de Sinan Çetin’in Plato Film adlı şirketine aitti. Sinan’ın bizim için film yapması projesi Ertan Özerdem’den bana geldi. Çeşitli projeler konuşuldu. Biri Billy Wilder’in ünlü filmi “Some Like It Hot”tan esinlenen “Plajda” idi. Murat Dişli’nin yazdığı Murat Şeker’in yönettiği filmde Gürgen Öz, Sarp Apak ve Tuba Ünsal başrollerdeydi. Diğeri ise bir çocuk filmi projesiydi. “Çocuk” adı konan filmde çocuk oyuncu Ege Tanman ile birlikte Hayko Cepkin, İlker Ayrık ve Tuba Ünsan başrollerde olacaktı. Filmi Onur Ünlü yazmıştı ve kendisi çekecekti. “Plajda” ile ilgili işler fena gitmedi diyebiliriz, film sinemalarda 200 küsur bin seyirciyle buluştu. Ama “Çocuk” adlı filmin çok talihsiz bir yolculuğu oldu. Sinan beni birkaç kez Cihangir’e Plato Film’e çağırdı, bu filmi ne yapalım sen de bir bak dedi. Film bir türlü toparlanamıyordu. Ek sahne mi çekelim, şöyle mi kurgulayalım, böyle mi yapalım diye bayağı bir kafa yoruldu. Sonuçta film bağlandı ama ne yalan söyleyeyim pek bir şeye de benzemedi, ne Sinan Çetin'in kendisi beğendi ne de biz beğendik. Gişede de hüsrana uğradı, 20 bin kadar seyirci izledi filmi.
TürkMax’ın sinema maceralarından tekrar 2008 yılının yeni yayın dönemine geri dönmek istiyorum. Dopdolu bir yayın akışıyla büyük bir heyecanla doldudizgin başladığımız sezonun henüz daha başındayken Amerika’da geri ödenemeyen riskli konut kredileri ve Lehman Brothers iflası, buharlaşan varlıklar ile finansal kuruluşlara ve bankalara olan güvenin global anlamda sarsılmasıyla başlayan ciddi bir ekonomik krizle karşı karşıya kaldık. Bir çok senaryo yazılmaya başlanmıştı ve global kriz Türkiye’yi de etkisi altına aldı. Digiturk yönetimi olumsuz gelişmeleri göğüsleyebilmek adına hemen sıkı mali yönetim tedbirlerini devreye soktu. Elbette bizden de tasarruf isteniyordu. Oysa tam da kanalın arzu edildiği gibi açık kanallara alternatif oluşturacak renkli bir program yapısına kavuşturmuş, film kuşaklarında oldukça geniş bir listeyle izleyicinin karşısına çıkmıştık. Hem bazı yapımları sonlandırmamız gerekiyordu, daha da acı verici olanı uzun zamandır birlikte çalıştığımız bazı arkadaşlarımızla yollarımızı ayırmamız isteniyordu. Bu beni oldukça stresse soktu. Ertan Özerdem’in TürkMax ile ilgili talepleri konusunda bana gönderdiği bir mail yazısına hiç de bana uymayan bir üslupla “işime karışmayın” mealinde biraz sert bir cevap verdim. Bütün bu gelişmeler sonucu 2008 sonunda biten sözleşmemin yenilenmesi gündeme bile gelmedi ve Digiturk maceramın sonuna gelmiş oldum.
Kariyerimin TurkMax safhası hep güzel anılarla hatırlayacağım güzel anılarla hafızamda yer almıştır. Doğrusu ben ayrıldıktan sonra belirli bir süre sonra projeden vazgeçilmesi ve kanalın bir yemek kanalına dönüştürülmesi beni üzmüştü.
コメント