2000’li yıllara girdiğimizde önce dünyayı sarsan yeni bir bilgi yarışması için Medyapım kolları sıvadı. Celador firmasının yarattığı “Who wants to be a Millionaire” Show TV için yapılacaktı. Fatih Aksoy geçen bölümde anlattığım üzere Film Gibi için nasıl Sinan Çetin gibi sürpriz bir ismi ekrana taşıyıp başarı yakaladıysa, bu yarışmayla da çok saygıdeğer bir ismi popüler bir kimliğe taşıyacaktı. 2024 yılında ne yazık ki kaybettiğimiz Kenan Işık sunuculuğu üstleniyor ve yıllar boyu adeta bu yarışmayla özdeşleşiyordu. Aslında hepimizin bildiği çoktan seçmeli soru-cevap mantığına dayanan bu bilgi yarışması dekoru, müziği, atmosferi ve yarışmacıya verilen jokerler ve sınırsız düşünme olanağıyla bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de büyük ilgi gördü. Tabii Türkiye uzun bir süredir yüksek enflasyonla yaşadığı için ülkede herkes milyonerdi. Dolayısıyla yarışmanın adı yayıncı Show TV’nin vereceği ödül belli olunca “Kim 500 Milyar İster” oldu.
O dönemde eski adıyla Columbia yeni adıyla Sony’nin temsilcisi sıfatıyla gerek açık kanallar gerekse pay TV’ler için katalogda olan ve değerlendirilebilecek dizileri çalışırken bir sitcom [1] dikkatimi çekti.
1993 yılından itibaren Amerika’da altı sezon yayınlanmış olan “The Nanny” adında bir yapımdı bu. Karakterleriyle Yeşilçam’ın bir dönem salon komedilerini çok andırıyordu. Fakir ve biraz eğitimsiz ve görgüsüz kız, zengin ve elit bir aileden gelen adam, adama aşık olan antipatik iş arkadaşı kadın, evin uşağı, farklı yaşlarda bazan çok sevimli bazan dayanılmaz olabilen çocuklar. Zengin adamla fakir kız arasında gelişen ve seyirci olarak bizlerin bir araya gelmelerini beklediğimiz bir aşk. Bunu acaba Türkiye’ye uyarlamayı denesek nasıl olurdu ? Önce Sony ile temasa geçip böyle bir uyarlama yapılabilir mi sormak gerekiyordu. Sony yetkilileri lisans koşullarında anlaşmamız halinde bunun mümkün olabileceğini söylediler. “The Nanny” henüz Amerika dışında herhangi bir ülkede başka bir dile uyarlanmamıştı ama Sony’e ait başka sitcomlar, örneğin “Married… with Children” Latin Amerika’da, Almanya'da ve bazı başka ülkelerde uyarlanmıştı. Bu uyarlamalar için alınan lisans scripted format hakkı olarak tanımlanıyordu. Bu bilgiyi alınca heyecanım daha da artmıştı. Diziyle ilgili elime geçen bütün bilgileri bir dosyada topladım. Genel hikaye, karakterlerle ilgili bilgiler ve her birinin tam sayfa fotoğrafları, bölüm özetleri, Amerika’da dizinin rating performansı, her türlü ayrıntı bu dosyada mevcuttu. Önce Fatih Aksoy’a bunu güzel bir adaptasyonla hayata geçirirsek çok tutar bu dizi, yapalım bunu diye anlattım. Bu tür fikirler ortaya çıktığında Fatih önce dinler, kafasında çevirir, üzerine bir iki gün yatar, hemen bir yargıya varmaz. Tam konsantrasyonu zaten gündemdeki bir sürü başka işe ve prodüksiyona kayacakken konuyu tekrar gündeme getirirdim. Bunda da öyle yaptım. “Fatih, düşündün mü, bak bu Nanny çok ilginç bir iş olabilir”. Sevgili ortağım ortaya attığım bu projeye hemen ikna olmamıştı. Hem tiyatroda yaptığı adaptasyonlar aklıma gelince hem de kendisini dizideki uşak rolünde hayal ettiğim için kalktım Haldun Dormen’e gittim. Teşvikiye’deki evinde kendisine projeyi anlattım. Asistanı Kemal Uzun ile birlikte izleyeceklerini söyledi. İzledi de. Sonra telefonda görüştük. Benim heyecanım doğrusu pek karşılık bulmamıştı. Haldun abi bu proje tutar mı, adaptasyon olur mu emin olamamıştı. Konu bir süre sürüncemede kaldı. Aradan aylar geçti. Ben durup durup Fatih’e “The Nanny”i hatırlatıyordum. Sonra nasıl oldu hatırlamıyorum, belki Fatih benim ısrarlarımdan ve konuyu sık sık gündeme getirmemden usandı, cast konuşmaya başladık. Haldun Dormen uşak rolünde olacaktı, başka bir aday düşünülmedi bile. Dul kalmış ve çocuklarına dadı arayan baba rolü için Fatih “Kim 500 Milyar İster”de birlikte çalıştığımız Kenan Işık’ı önerdi. Özgün karakterden biraz daha yaşlı olmakla birlikte Kenan Işık’ın popülaritesi her geçen gün artıyordu. Ayrıca en az üç kamerayla rejili çekilecek olan ve tiyatroya yakın bir oyunculuk tekniği isteyen sitcom türü için olağanüstü deneyimiyle itiraz edilemeyecek bir isimdi. Yardımcı rolü için Seray Sever’in ismi çıktı ve herkes ikna oldu. Sıra Dadı’ya gelmişti. Herhalde bir sürü isim ortaya atılmıştı, şimdi hatırlamıyorum. Ama dönüp dolaşıp tek bir isim üzerinde yoğunlaşıyorduk. O da Gülben Ergen’di. Gülben’e elimizde böyle bir proje var oynar mısın diye teklif yapıldı. Önce bir tereddüt etti, düşünmek istedi. Biz bu arada projeyi televizyon kanallarına önermek için harekete geçme kararı aldık. Şimdi neden ilk oraya gittik bilemiyorum ama çok fazla bir iş yapamadığımız ATV’nin kapısını çaldık ilk. Sabah Gazetesi ve ATV Teşvikiye’ye taşınmıştı. Sonradan sanırım otel olan binada Fatih Ediboğlu’nu Fatih Aksoy ile birlikte ziyaret ettiğimizi ve “Dadı” projesini ona anlattığımızı ve sonradan birebir gerçekleşen cast ile ilgili bilgi verdiğimizi dün gibi hatırlıyorum. Ediboğlu hemen o toplantıda mı cevap verdi yoksa aradan birkaç gün geçtikten sonra aradık da telefonda mı konuştuk unutmuşum. Ama cevabı unutmadım. “Bu dizi tutmaz bizde” dedi. Bunun üzerine projeyi Show TV’ye götürdük. Genel Müdür Murat Saygı o güne kadar pek denenmemiş olan uyarlama bir dizi fikrine cesaret gösterip “hadi yapalım” dedi.
[1] Sitcom "durum komedisi" anlamına gelen "situation comedy"nin kısaltılmış halidir ve sosyal durumlardan ve karakter etkileşimlerinden türetilen bir mizah anlayışıyla hayata geçirilen genellikle yirmi dakika ila yarım saatlik bölümlerden oluşan dizilere verilen addır.
Sony ile anlaşıldı, sözleşme yapıldı. Koşullar gereği her şey onların denetiminde ilerlemek zorundaydı. Bize ön prodüksiyon aşamasında iki danışman göndereceklerdi. Önce Jonathan Fishman adında bir yapımcı geldi. Dekorların blueprint adı verilen planları geldi. TEM Stüdyolarına Amerika’daki dekorun aynısını ölçüleriyle birebir kurduk. Teknik altyapı için tüm programlarda olduğu gibi İmaj ile çalışıyorduk. İmaj, Jonathan’ın talep ve yönlendirmelerini dikkate aldı. İlk defa stüdyo çekimleri için özel olarak üretilen ve pedestal denilen, üzerine kamera konulan iri gövdeli özel üç ayakların sitcom çekimlerinde ne kadar önemli olduğunu öğrendik. Ardından Jeff Lerner adında ikinci bir yapımcı geldi. Jeff daha çok senaryo ve oyuncularla ilgilendi. Jeff İstanbul’dayken ilk bölümün çekimine girdik. Gülben hala kendinden emin olamıyordu ama "Sözleşme imzalamadan ilk bölümü çekelim, bakalım, eğer becerebilirsem devam ederiz” dedi. İlk bölümde son derece sempatik ve başarılıydı; onun da içine sindi, kendini gördü ve yapabileceğine karar kıldı. Çocuk seçmelerinde ise büyük kız için üç dört aday vardı. Son aşamada audition çekimlerini tekrar izleyip Fatih ile Sinem Kobal’da mutabık kaldığımızı gayet net hatırlıyorum. Bu arada dizinin jenerik müziği için sevgili dostlarım Ömer Ahunbay ve Hakan Özer'in Jingle House firmasıyla anlaşmıştık. Ömer "Sen bu dizinin her karesine hakimsin, şarkının sözleri için bir öneri gönder de oradan hareketle bir melodi düşünelim" dedi. Bunun üzerine karaladığım "Melek onun adı... Hayalleri vardı.." diye başlayıp "Dadı dadı dadı dadı" diye biten jenerik şarkısı ortaya çıktı. Şarkı sözü yazarlığım eksik kalmıştı, o da oldu. İlk bölümün çeviri ve uyarlamasını tiyatroda sayısız oyun adaptasyonu yaptığı
için Ülkü Tamer’den rica etmiştim. Galiba Ülkü ağabeyin terminlere uyma konusunda bize biraz sıkıntı çıkaracağı gibi bir şüphe düştü içimize, o da pek istekli davranmadı galiba. Daha sonra Fatih Aksoy’un önerisiyle Erol Hızarcı ile devam etmeye karar verdik. Ancak Erol İngilizce bilmiyordu. Bize çeviri konusunda yardımcı olacak olan Zeycan Monteleone’yi bulduk. Önce Zeycan bölüm senaryolarının düz bir çevirisini yapıyor, sonra da Erol bölüm üzerinde çalışıyordu. Ardından Erol ile benim ofisimde bir araya geliyor, satır satır üzerinden geçiyorduk. Sitcom’un bir matematiği var. Her sahne belirli bir sürede olacak ve sonunda “punchline“ denilen bir espri patlatılacak, ya da sahne uzuyor ve devam ediyorsa belirli aralıklarla yeni “punchline”lar gelecek. Dolayısıyla İngilizce metindeki espri momentumunu aynen korumak gerekiyor. Erol, zaman zaman ölçüyü kaçırıyor bu matematiği bozan bir metinle geliyordu. Ben, bir çeşit fren ve denge vazifesi yapıyordum. Birlikte Amerikanvari esprilere karşılıklar buluyor, çokça karşımıza çıkan Amerikalı siyasetçi veya celebrity isimlere yapılan atıfları ikame edecek ülkemizde gündemdeki ünlülerinden kimin uyabileceğini düşünüyor, bu şekilde son halini veriyorduk. Aslında bu projeyi oluşturan yapımcı olmanın yanı sıra bir tür editörlük yapıyordum. Orijinal dizide dadı karakteri Queens’ten gelen bir Yahudi kadındı ve Yidiş denen Almanca ile İbranice karışımı bir dil konuşuyordu ve örneğin bazı sahnelerde dadı annesiyle konuştuğunda çocuklar anlamıyordu. Bu tür durumlarla karşılaştığımızda orijinal metin bizi hayli zorluyordu. Fakat sonuçta oldukça başarılı bir uyarlama ortaya çıktı. "Dadı", "The Nanny"nin, Amerika dışındaki ilk uyarlamasıydı. Bizi örnek alarak sonradan benim bildiğim Rusya, Yunanistan, Polonya, Portekiz, Meksika, Arjantin, Şili, Ekvador'da da uyarlandı. Belki sonraları başka yerlerde de yapılmıştır. Dadı, Türkiye'de ilk bölümünden itibaren 13 bölüm arka arkaya gün birincisi oldu; toplam 61 bölüm yapıldı. Bu süre zarfında Amerika’da çekilenlerin tamamını uyarladık. Orijinal bölümler 25-26 dakika civarında oluyordu, biz iki bölümü birleştirip 50 dakika ya da 1 saat uzunluğunda bölümler çektik. Dadı Melek ile Kenan Işık’ın oynadığı Ömer bey Amerika’daki son bölümde evleniyorlardı ve dizi final yapıyordu. Biz evlilik noktasına kadar bütün bölümleri uyarladık. Ben orada bırakmak gerektiğini düşünüyordum. Fatih Aksoy devam etmek istedi. Sony’den izin aldık ve birkaç bölüm Tayfun Güneyer yazdı. Fakat karakterlerimizi evlendirdikten sonra devam etmek büyük hataydı; çünkü hikâye sona ermişti. Ayrıca yukarıda bahsettiğim sitcom matematiği de pek tutturulamamıştı sanırım. Hiç olmadı, dört bölümden sonra bitirmek zorunda kaldık.
"Dadı"nın bizim açımızdan ilginç bir başka tarafı da ilk kez yapımını gerçekleştirdiğimiz bir dizi için merchandising uygulamaları yapmamız oldu. Orijinalinde Fran Drescher’in, bizde Gülben Ergen’in üzerinde sık sık gördüğümüz üzerinde abartılı büyüklükte çiçekler bulunan bornoz için Sony'nin de onayıyla Dagi firmasıyla bir lisans anlaşması yaptık. Bildiğim kadarıyla oldukça ilgi gören bir ürün oldu. Ayrıca bir yılbaşı için oyuncularımızın fotoğraflarından oluşan bir takvim yaptığımızı hatırlıyorum. Ama sanırım takvim çok rağbet görmemişti.
"Dadı"nın özgün versiyonunda baba karakteri Broadway’de müzikaller sahneye koyan bir prodüktördür. Türkiye’de hele o yıllarda tiyatro prodüktörlüğünden birinin zengin olması pek mümkün olmadığından biz Kenan Işık’ın hayat verdiği Ömer Giritli karakterini televizyon kanalı sahibi yapmıştık. Bu nedenle de pek çok konuk oyuncumuz oldu; örneğin Ajda Pekkan kendisini oynadı. Defne Joy Foster’den Hande Yener’e, Barış Falay’dan Zuhal Topal’a, Hakan Yılmaz’dan İsmet Ay’a onlarca oyuncu ile çalıştık. Bölümlerden birinde öykü gereği Ömer bey dadıyı bir avukata götürüyordu; oradaki avukatı liseden sınıf arkadaşım gerçek bir avukat olan Ömür Yarsuvat oynamıştı.
Unutamayacağım bir anekdot da daha önceki bölümlerde Almanya’daki staj günlerimi yazarken adından söz ettiğim İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’nden arkadaşım Cahit Sezer ile ilgili. Dizinin Amerikan versiyonunda bir bölümde, ünlü bir politikacıyla isim benzerliği olan birinin hikâyesi vardı. Yazar Erol Hızarcı ile çalışırken benim muzipliğim tutunca şöyle bir sahne yazmıştık: Dadı, Ömer bey’e “Seni Sezer aradı” der, o da “Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer mi?” diye sorar. Dadı cevap verir: “Yok ya, tekstilci Cahit Sezer.” Bu bölümün yayınlandığı günün ertesi bizim Cahit’in telefonu bir dakika susmamış. Her önüne gelen “Yahu dün Dadı’da senin adından bahsedildi,” diye aramış. Cahit bir yandan gülmekten kendini alamamış öte yandan "Yahu bu sizin diziniz ne kadar çok seyrediliyormuş, bunalttı aramalar beni" diyerek sitem etmişti.
Erol Hızarcı ile Dadı’da arada özgün bir bölüm senaryosu denememiz de oldu. İzleyicilerden gelen yorumlardan birinde “Uşak çok çalışıyor, bir gün uşaklar günü olsa da çalışmasa” diye bir şey okumuştum. Buradan ilham alarak bir hikâye yazdık. Ömer bey geliyor ve Pertev çalışmıyor, ayaklarını uzatmış oturuyor. “Niye çalışmıyorsun, niye temizlik yapılmadı?” diye soruyor. “Bugün uşaklar günü çalışmam,” diye cevap veriyor. Bu arada “Uşaklar Derneği”nden Ferdi Akarnur ve Yaman Tüzcet'in oynadığı iki denetçi geliyor, Pertev'in o gün çalışıp çalışmadığını kontrol ediyorlardı. Yazıp Sony’e onay için gönderdik, kabul edildi ve bizim yazdığımız tek özgün bölüm olarak kullandık.
2001 yılında Milli Güvenlik Kurulu toplantısında demin adını geçirdiğim Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile dönemin Başbakanı Bülent Ecevit arasında bir anayasa kitapçığı krizi yaşandı ve ardından Türkiye büyük bir ekonomik krize girdi. Bu süre zarfında bazı yapım şirketleri televizyonlara prodüksiyon yapma konusunda pek atak olamadılar; çünkü iki üç program veya dizi yapan bir şirket bile ödemelerde meydana gelen aksaklıklar nedeniyle ciddi bir darboğaza girebilirdi. Fakat biz, Güzel Sanatlar’ın reklam gücünden yararlanarak iş yapmaya devam ettik; eğlence programları, show programları ve sitcomlar ile haftada yedi sekiz iş yapar hale geldik. Geç de olsa ödememizi bir şekilde alabiliyorduk. Bıçağın kemiğe dayandığı noktalarda Güzel Sanatlar grubu devreye giriyor, kanallara olan reklam ödemesinin hiç değilse bir kısmını onlara ödemek yerine bize aktararak, kanalın borcunun bir kısmını bu şekilde temizliyor, Medyapım’a adeta suni teneffüs yapıyordu. Bu güvence ile Dadı’nın başarısı üzerine Sony ile işbirliği yaparak ikinci bir sitcom hayata geçirmek için kafa yormaya başladık. Bu yeni maceranın ayrıntılarını da artık yeni bölümde anlatacağım.
Comments