top of page
Search
Writer's picturememokaraca

Dedem, babam ve telif hakkı dedikleri…

Updated: Aug 19


Telif hakkı (İngilizce: copyright), bir kişi ya da kişilerin her türlü fikrî emeği ile meydana getirdiği bilgi, düşünce, sanat eseri ve ürününün kullanılması ve kopyalanması ile ilgili hukuken sağlanan haklardır. Babam sayesinde akranlarımın aksine çok küçük yaşlarda hem Türkçesi hem de İngilizcesi ile tanışmış olduğum bu kavram ister istemez hep hayatımın tam orta yerine konuşlandı ve yerinden hiç kıpırdamadı.


Duke Ellington

Aslında her şey İsviçre’de başlamış desem yalan söylememiş olurum. Babam Osman N. Karaca [1] ve Türk arkadaşları, 1940’lı yıllarda, İsviçre’deki öğrencilik yılları sırasında bir balo düzenlemişler. Babam organizatörlerden biri. Balo bitince orkestra şefi babama “Gel, hesap yapacağız,” demiş. “Ne hesabı?” diye sormuş babam. Şef, gece çaldıkları parçaların listesini yapmış, “Şu parça Duke Ellington’dan, şu Hoogy Carmichael’den,” demiş ve teliflerini hesaplamışlar. Babam elbette böylesi bir şeyle ilk kez karşılaşıyor. “Hesabı hemen oracıkta ödedik. O sırada Duke Ellington yatağında mışıl mışıl uyuyordu” diye gülerek anlatırdı. Yani bizim ailenin telif hakları kavramıyla tanışması babamın şahsında böyle olmuş.


Ülkemizde telif hakları konusunda ilk yasa 1951’de çıkmış ve o sırada bu konuyla uğraşan üç kişi varmış. İlki Avukat İsmail Kemal Elbir, Fransızların tiyatro ile ilgili telif hakları kuruluşu olan Société des Auteurs et Compositeurs Dramatiques (SACD) [2]    ile müzikle ilgili Société des Auteurs, Compositeurs et Editeurs de Musique (SACEM) temsilcisiymiş. Sonraları her iki temsilciliği kardeşi Prof. Halit Kemal Elbir’e devretmiş. İkinci kişi babamın Galatasaray Lisesi’nden büyüğü Ali Rauf Akan İnsel. Ali Rauf Bey’in alanı ise çizgi romanlarmış; Opera Mundi ve King Features Syndicate’nin temsilcisiymiş. Babam, Ali Rauf Bey’in çizgi roman ve telif hakları konusundaki emeğinin hep çok büyük olduğunu söylerdi. Üçüncü kişi ise Enver Esenkova. Aslında Esenkova babamın telif haklarıyla profesyonel bir iş olarak ilgilenmesine vesile olan kişi bir anlamda. Hem babamın hem de daha sonra benim iş hayatımı şekillendiren bu konuya daha sonra geri döneceğim ama biraz ara verip daha gerilere gitmek istiyorum.


[1] Babamın ismindeki N harfini bir çok insan nedense Nuri zanneder. Oysa ki Necmi’dir. Aslında doğduğunda verilen göbek adı Necih’tir. Ancak bu hep bir karışıklığa yol açmış. Örneğin babamın ilkokul diplomasında ismi Osman Necim, ortaokul diplomasında Osman Nesim olarak yazılmış. Yıllar sonra mahkemeye başvurup bu karışıklığa son vermiş ve Necmi olarak düzeltmişti ikinci adını. Buna karşılık babamın dedesinin adı Osman Nuri bey, benim tam ismim de Mehmet Nuri Karaca.


[2] Yıllar sonra babamın kurduğu ONK Ajans SACD’yi temsil etmeye başlamış. Günümüzde de bu temsilcilik devam etmektedir.



 

Ailemiz Midilli’den Ayvalık’a göç eden bir aile. Dedem Şevket Osman Karaca’dan söz ederek başlamalıyım. 1882 doğumlu. Genç yaşta ticarete atılmış; Ayvalıklı Ortodoks Rumlardan bir ortağı varmış ve zaman zaman Ayvalık’a gelir, bazı günler de burada kalırmış. Genç yaşta bir evlilik yapmış ama sürdürememiş ve boşanmış. Otuzlu yaşlarının ortalarına geldiğinde yakın arkadaşı Sezai Ömer Madra’nın dul kardeşi Nebile hanım ile evlenmiş. Nebile hanımın I. Dünya Savaşı sırasında kaybettiği ilk eşi Dr. Ahmet Remzi beyden bir oğlu iki kızı varmış, Şevket Osman beyden de iki kızı ve bir oğlu olmuş. Dedemin ikinci evladı babam. Aslında beşinci evladı demek de pek yanlış olmaz çünkü babaannemin ilk eşinden olan çocuklarını da kendi evladıymış gibi sahiplenmiş, büyütmüş dedem; hiç ayırt etmemiş altı kardeşi birbirinden.


Dedem Şevket Osman bey, 29 Mayıs 1919’da Yunanlılarca işgal edildiği sırada Ayvalık’taymış. Talika diye anılan üstü sepet ile örülü yaylı at arabasıyla Edremit’e kaçmış ve Kaymakam Köprülü Hamdi Bey’in milis kuvvetlerine katılmış. Hamdi Bey, Ayvalık Kuvvayı-ı Milliye Komutanı, dedem ise Ayvalık Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti Başkanıymış [3] . Bu görevini Anadolu ve Rumeli Müdafaa-ı Hukuk cemiyetlerinin Cumhuriyet Halk Fırkası’na dönüştürülmesine kadar sürdürmüş.


Kazım Karabekir Paşa, Şevket Osman beyin sabunhanesinin önünde (1924)

Şevket Osman bey, milli mücadele sonrası Mübadele Komisyonu’nda görev almış ve birbiri ardına limana yanaşan İngiliz gemilerine bindirilen Ayvalıklı Ortodoks Rumların Yunanistan’a gönderilmesine nezaret etmiş; gelen Müslüman Türkleri karşılamış. Ayvalık’ta dirlik ve düzenin yeniden tesisi için kolları sıvayıp sorumluluk alanlardanmış; önce Kent İdare Meclisi’ne girmiş, belediyenin oluşumuna öncülük etmiş, uzun yıllar belediye meclisinde çalışmış ve 1939-42 yılları arasında da belediye başkanlığını yürütmüş. Aynı zamanda Ayvalık Ticaret ve Sanayi Odası’nın da kurucuları arasında yer almış [4]. Şevket Osman bey, hayatının sonuna kadar bugün kardeşim ve bana ait olan Ayvalık’ın içinde Sakarya Mahallesi’nde deniz kenarındaki evde [5] ve bugün kuzenimiz Şerif Kaynar’a ait olan Çamlık’taki evde yaşadı.


Osman N. Karaca (1952)

Babam Ayvalık’ta ilkokul bitirdikten sonra ağabeyi Macit R. Karaca gibi Galatasaray Lisesi’ne yazdırılıyor. 1943’de Galatasaray’dan mezun olduğunda II. Dünya Savaşı sürmekte. Dedem kimya tahsili yapıp, zeytinyağı ve sabun işlerinin başına geçmesini istediği için babamı İsviçre’ye gönderiyor. Savaş nedeniyle o yıllarda yurt dışında tahsil için Avrupa’da gidilebilecek tek yer İsviçre. Bu nedenle İsviçre’de hatırı sayılır bir Türk öğrenci grubu oluşuyor. Bu öğrencilerden bir kısmını zaten önceden tanıyor çünkü onlar da Galatasaray Lisesi mezunu. Çok eğlenceli bir üniversite hayatı geçiriyorlar İsviçre’de. Babamın memlekete dönme zamanı geldiğinde dedemin Ayvalık’taki işleri eskisi kadar iyi gitmiyor. Rivayete göre biraz bu yüzden ama benim anladığım aslında hiç de gönüllü olmadığından babam İsviçre dönüşü Ayvalık’a dönmüyor ve İstanbul’da kalıyor. Gönlü zaten 1941 yılında Galatasaray’da okurken Vakit Gazetesi için çeviriler yaparak ve ufak tefek öykü ve makaleler yazarak başladığı gazetecilik mesleğinde. İsviçre’de okurken de spor yazıları yazıp gönderiyor ve bunlar yayımlanıyor. İlk olarak yayın hazırlıkları süren İstanbul Ekspres Gazetesi’ne sayfa sekreteri olarak giriyor ve burada sorumlu yazı işleri müdürlüğüne kadar yükseliyor. Buradan da Yeni Sabah’a geçiyor ve genel yayın müdürü oluyor. 1950’li yılların sonuna doğru da Yeni Sabah’tan Malik Yolaç’ın sahibi olduğu Akşam’ın başına geçiyor, Yeni Sabah’ın sahibi Safâ Kılıçlıoğlu buna çok içerliyor [6].


[3] 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edilip Mustafa Kemal’in Cumhurbaşkanı seçilmesi üzerine dedem Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti Başkanı olması nedeniyle bir kutlama telgrafı çekmiş; Paşa da cevaben şu mesajı göndermiş: “Ayvalık Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti Başkanı Şevket Osman Bey’e teşekkür ve milletimiz için müteyemmen (uğurlu) olmasını niyaz ederim. 31.10.1339 (1923). Reisicumhur Mustafa Kemal.” Dedem, bu telgrafın üzerine eski yazıyla “Reisicumhurumuzun telgrafı... çok kıymetli vesikadır,” notunu düşmüş ve bir zarfın içinde saklamış. Bu evrak daha sonra çerçevelendi ve evimizde duvara asıldı.


[4] 1924’te Ayvalık’a gelen Kazım Karabekir, günlüklerinde kasabanın ticari hayatına değinir ve tek faal sabun fabrikası olarak söz ettiği işletme dedemin sabunhanesidir.


[5] 1934 yılının Nisan ayında Mustafa Kemal Paşa, İzmir’e gelir; Ayvalık’a uğrayacağı haberi üzerine kasabanın ileri gelenlerince, bugün kardeşimle bana ait olan bu evde denize ve Cunda adasına bakan bir odada ağırlanmasına karar veriliyor, oda imece usulü tefriş ediliyor; ancak Mustafa Kemal Paşa, mahiyetindekilerin yönlendirmesiyle 13 Nisan günü geldiği Ayvalık’ta geceyi geçirmiyor ve Edremit’e gidiyor. Aile büyüklerimiz bu hikayeyi anlatır, hayıflanırlardı hep.


[6] Safâ Kılıçlıoğlu Akşam’a transferi sonrası henüz askerliğini yapmamış olan babamı asker kaçağıdır diye ihbar ediyor. Babam bu durumla uğraşmak zorunda kalıyor ama askerliğini benim doğduğum 1962 yılında 38 yaşında yapıyor.


 

Şimdi bıraktığımız yere dönelim. Babam Akşam’da genel yayın yönetmeniyken Enver Esenkova, gazetede tefrika edilen yabancı romanların yayın haklarının temsilciliğini yapıyor ve dolayısıyla sık sık gazeteye gelip gidiyor. Bir gün Esenkova, "Ben, Eskişehir'e üniversitede akademik kariyer yapmaya gidiyorum; bu yabancı ajans ve yayınevlerinin temsilciliğine devam edemeyeceğim, bilginiz olsun,” diyor. Bunun üzerine babam bu temsilcilikleri kendisine devretmesini istiyor. Aslında babam bunu bir iş olarak görmüyor. Yabancı ajanslar ve yayınevleri yayınladıkları eserlerin birer nüshasını çeşitli ülkelerdeki temsilcilerine gönderiyorlar, belki temsilcileri aracılığıyla o ülkelerde yayınlanabilir ümidiyle. Babam da sadece bu örnek nüshalar kendisine gelsin, yeni çıkan Fransızca eserleri okuyabilsin diye Enver Esenkova’dan bu temsilcilikleri devralıyor. 1959 yılında henüz Akşam Gazetesi’ndeyken bu amaçla ONK Ajans’ı kuruyor. O zamanki adıyla Copyright Ajansı’nı [7] .


Babam gazetecilikle sınırlı bir faaliyet yürüttüğü telif hakları alanındaki temsilcilik görevini birkaç yıl birlikte yürütüyor. Akşam’ın sahibi Malik Yolaç aslında bir armatör. Önceleri gazeteye hiç uğramazken sonraları bütün zamanını yazı işlerinde geçirmeye başlıyor. Pek anlamamasına rağmen haberlerin yazılışına, başlığına, fotoğraflarına, gazetenin mizanpajına karışmaya başlıyor. Sanıyorum bu yüzden babamla aralarında ihtilaf çıkıyor. Babam istifa edip ayrılıyor. Arkadaşı Haluk Yetiş ile Karaca Ofset [8] adında bir matbaa kuruyorlar. Matbaayı ve canlandırdığı ajansı yönetmeye başlıyor.


1963 yılına kadar yabancı ajans ve yayınevlerinin temsilciliğini yapan ajansa ilk bağlanan Türk yazar Kemal Tahir. Onu Orhan Kemal takip ediyor. Bu iki büyük yazardan sonra birçok yazar ajansla çalışmaya başlıyor. Kitap alanındaki çalışmalara tiyatro ekleniyor. Hem yabancı yazarlar hem de 1969 yılında ise Türk Tiyatro Yazarları Derneği’yle yapılan bir protokolle birçok yerli yazar ajans tarafından temsil edilmeye başlanıyor. 1973 yılında ajansa başvuran bir tiyatrocu Amerika’da

Tatlı Cadı

televizyonda Bewitched (Tatlı Cadı) adında bir dizi olduğunu bunun haklarını alıp sahneye uyarlamak istediğini söylüyor. Babam ve ajanstaki çalışma arkadaşı şair Ülkü Tamer araştırıyorlar ve söz konusu dizinin Columbia Pictures’a ait olduğunu öğreniyorlar. Yaptıkları başvuruya firmanın Roma’daki temsilcisi Jimmy Manca’dan bir cevap geliyor. Manca, dizinin talep edildiği üzere bir uyarlamasının yapılamayacağını ancak ülkede henüz çok yeni sayılabilecek olan TRT televizyonuna bu diziyi pazarlamak üzere ajansa bir temsil yetkisi verebileceklerini söyleyip, ilgilenip ilgilenmeyeceklerini soruyor. Babam ve Ülkü ağabey belki televizyon alanında da bir şeyler yapabiliriz ümidiyle öneriyi kabul ediyorlar ve sonraları Sony tarafından satın alınacak olan Columbia Pictures’ın Türkiye televizyon mümessili oluyorlar. Benim onlara katılmama daha 12 yıl var ama benim iş hayatımı da şekillendirecek adımların sonuncusu da bu şekilde atılmış oluyor.


[7] Copyright Ajansı adıyla kurulan müessese, bir süre sonra ONK Copyright Ajansı, ilerleyen yıllarda da ONK Ajans adını alıyor.


[8] Karaca Ofset, Apa Ofset ile birlikte ülkenin ofset teknolojisini kullanan ilk özel matbaalarından. Babam Esentepe’de Gazeteciler Mahallesi’ndeki evini satıyor ve parayı matbaaya yatırıyor. Ancak ya iki ortak matbaayı pek iyi yönetemiyorlar ya da koşullar bu müesseseyi devam ettirmeye elvermiyor ve 1970’li yılların ortasında kapatmak zorunda kalıyorlar.


 

Kaleme alacağım anıların büyük bir kısmı iş hayatımla ilgili olacak. Bir sonraki yazımda ONK'un kuruluş yıllarından babamın anlattıklarından hafızamda kalanları aktararak devam edeceğim. Sonrasında da gençlik yıllarımdan itibaren yaşadıklarıma sıra gelecek. Babamın kurduğu ajans bünyesinde iş hayatıma başladığım, televizyon alanındaki mümessilliği babamdan devraldıktan

Güler & Osman N. Karaca (1958)

sonra, otuzlu yaşlarımın başında yapımcılık serüvenine yelken açtığım için girizgâh da ister istemez baba tarafıyla oldu. Biraz da annemden bahsedeyim. Annem Güler Karaca, hayatının büyük bir kısmını memleketin çeşitli yerlerinde görev yaparak geçiren bir emniyet mensubunun en küçük kızı. İki ablası ve bir ağabeyi var. Dedem Şükrü Kolak emekli olduktan sonra yıllarca İstanbul Şişli mahallesinin muhtarlığını da yapmış. Annem Beşiktaş ve Beyoğlu Atatürk Lisesi’nden sonra Güzel Sanatlar Akademisi’ne [9] girmiş ve iç mimarlık okumuş. Akademiyi bitirdikten sonra maalesef çalışamamış. O yıllarda iç mimari alanında faaliyet gösteren ve iş bulunabilecek çok fazla bir kurum yokmuş. Çok geçmeden de babamla tanışıp evlenmişler. Lale Oraloğlu, annemin büyük ablası Muzaffer Olcaytuğ'un arkadaşı. Eşi Ali Oraloğlu da babamın en yakın arkadaşı. Annem onların aracılığıyla babamla tanışmış. Yirmi dört yaşındayken nişanlanmış, bir yıl sonra da evlenmişler. 1962 yılında ben, altı yıl sonra da kardeşim Ali Şevket dünyaya gelince annem kendi branşında hiç çalışamamış, bizleri büyütmüş. Biz evden ayrıldıktan annem bir süre resim dersleri almaya başladı, evdeki bir odayı atölye haline getirdi. Birkaç karma ve bir de kişisel sergi açtı; halen de resim yapmaya devam eder.


[9] Bugünkü Mimar Sinan Üniversitesi.

151 views0 comments

Коментарі


bottom of page