top of page
Search
Writer's picturememokaraca

Kaybedenler... Kazananlar...

Updated: Sep 17


Bugün artık yayında olmayan HBB kanalı bana ilk kez yapımcılık olanağı tanıması dışında unutulmayacak bir başka deneyime de vesile oldu. 1978 yılında tüm dünyada vizyona giren ve Türkiye'de tutuklanıp hapse atılan Billy Hayes'in hikâyesini anlatan Geceyarısı Ekspresi [1] adlı film Columbia Pictures stüdyosu tarafından yapımı gerçekleştirilen bir filmdi. Türkiye’yi karaladığı ve Türkleri aşağıladığı gerekçesiyle film ülkemizde yasaklanmıştı. Bülent Öztürkmen bir gün beni toplantıya çağırıp bu filmi lisanslamak ve yayınlamak istediklerini belirtmişti. Hemen Columbia ekibiyle görüştüm. O dönem için hayli yüksek bir lisans ücreti talep edildi,, kısa bir pazarlıktan sonra kanalla uzlaşıldı. O yılları yaşamamış olanlar bir televizyon kanalı yasaklı bir filmi nasıl yayına koymayı düşünebildi diye sorabilirler. Daha önce yazdığım gibi bütün bu özel kanallar yurt dışında kurulmuş şirketlerin uydu aracılığıyla yaptıkları yayınlardı. Türkiye’de Anayasa’ya göre radyo ve televizyon yayıncılığı güya hala devlet tekelindeydi. Anayasa 1993 yılının Mayıs ayında değiştirilerek, özel radyo ve televizyonların önü açılacaktı. Dolayısıyla uydu aracılığıyla yayın yapıp daha sonra karasal vericilerle sinyali dağıtan özel kanalları denetim altına alacak ve yasalar çerçevesinde yayın yapmalarını sağlayacak herhangi bir devlet kurumu da söz konusu değildi. Bu açıklamayı da yaptıktan sonra dönelim Geceyarısı Ekspresi’ne. HBB’nin filmi yayınlayacak olması büyük ses getirdi. Sanırım yayın akşamı sokaklar bayağı boştu. Yıllardır herkesin bildiği üzerine konuştuğu ama çok az insanın izlemiş olduğu filmi merak etmeyen yoktu. Filmin hemen bitiminde de çeşitli konukların yer aldığı bir tartışma programı yayına girdi ve uzun uzun film konuşuldu. Film HBB’ye belki de yayın hayatı boyunca elde ettiği tek prime time birinciliğini getirdi. HBB'nin en sükseli yayıncılık hamlesi olmuştu.



1993 yılı da yeni özel kanalların açıldığı hareketli bir yıl oldu. Türkiye Gazetesi’nin sahibi İhlas Holding’in kurduğu TGRT’yi, Sabah Gazetesi’nin sahibi Bilgin ailesinin kurduğu ATV takip etti. Yılın sonunda ise Doğan ve Doğuş Holding’in beraber kurdukları Kanal D ile Erol Aksoy’un kurduğu Cine 5 yayına geçeceklerdi. Cine 5 Türkiye’nin ilk pay TV kanalı olacaktı. Yayını izlemek için kanala abone olmanız ve Cine 5’in analog decoderini almanız gerekiyordu. Aslında pay TV konusunda Koç grubu da ciddi bir hazırlık içindeydi. Eko TV adı verilen operasyonun başına TRT’den ayrılan Sedat Örsel geçmiş, holdingin Nakkaştepe’deki ofislerinde çalışmaya başlamıştı. Ancak Erol bey belki Show TV’nin kuruluşunda edindiği deneyim ve uluslararası endüstride kurduğu ilişkilerle son derece süratli davranmış ve Hollywood stüdyolarının hepsiyle film anlaşmaları için el sıkışmıştı. Sanırım Koç grubunda işler çok daha kurumsal bir yapıda yürütülüyordu ve Erol beyin hızında hareket etmeleri pek mümkün değildi. Tabiri caizse treni kaçırdılar.


[1] Yönetmenliğini Alan Parker'ın yaptığı, senaryosunu Oliver Stone'un yazdığı filmde ülkeden esrar kaçırmaya çalışırken havaalanında yakalanıp Türk hapishanesine gönderilen genç bir Amerikalı öğrenci olan Hayes'in öyküsünü anlatır. Filmin adı, hapishane argo dilinde kaçış girişimidir.


 

Ben ATV’nin kuruluşuna geri dönmek istiyorum. Sabah grubu uzun zamandır özel televizyon yayınları için hazırlanıyordu. Bir süre önce SATEL diye bir marka oluşturulmuştu. Yanlış hatırlamıyorsam test yayınları da bu marka ile sürdürülmüştü. Kurulan ilk ekibin başına Güzel Sanatlar Reklam Ajansı’nda yıldızı parlayan ve ajansa ortak olan iki genç reklamcıdan biri olan Yiğit Şardan getirilmişti [2] . Yiğit Şardan ile birkaç yıl Galatasaray altyapısında aynı takımda beraber basketbol oynamıştık. Evlerimiz de birbirine yakın olduğu için hafta sonları genelde Bağlarbaşı veya Altunizade’deki spor salonlarında, nadiren de Spor Sergi’de oynadığımız maçlara beraber gider gelirdik. İyi bir arkadaşlığımız vardı. Lise yıllarından sonra birkaç kere tesadüfen karşılaşmamız dışında uzun yıllar görüşmemiştik. Biz altyapıda basketbol oynarken yöneticimiz olan İmaj’ın sahibi Cemal Noyan da sanırım kuruluşunda ATV’de ufak bir hisse sahibiydi ve teknik altyapıyı üstlenmişti. Kadroda sonradan yakın dost olacağım, çok seveceğim ve hep sımsıcak duygularla anımsayacağım rahmetli Cem Şaşmaz da vardı. Dış alımlarla ilgilenmek üzere Eren Merzeci görev almıştı. Yiğit Şardan, Dinç Bilgin’in oğlu Önay Bilgin ve tüm ekip çok güçlü hazırlandıkları iddiasındaydılar. Ancak her ne hikmetse çeşitli departmanların başına müdür pozisyonunda veya danışman kimliğinde Türk halkının değerlerini, beğenilerini, ülkenin dinamiklerini hiç bilmeyen Amerikalı bazı televizyoncular getirilmişti. Bu aşı hiç tutmayacaktı.


ATV'nin kuruluşundaki ilk yönetim kadrosu

Karat Yapım olarak bir yandan HBB’deki “Yirmibir” adlı yarışmanın prodüksiyonunu sürdürürken, bir yandan da Sabah Gazetesi’nin şimdi İş Bankası’na ait olan İkitelli’deki binasına gidip geliyor. O dönem için ultra modern sayılabilecek, gerçekten etkileyici şıklıktaki ofislerde yapılan toplantılarda ATV yönetimiyle çeşitli yarışma önerilerimiz üzerine görüşmeler yürütüyorduk. Ortağımız Umut Sanat Ürünleri firmasının temsilcisi olduğu İngiliz Action Time firması sadece program formatlarının uluslararası dağıtımında uzmanlaşan ilk firmalardandı. Kataloglarında çok ilginç yarışmalar vardı. ATV yönetimiyle bunlar üzerine yoğunlaştık. İki yarışma programı kanal yönetimince çok beğenildi. İlkinin adı “Lose A Million” idi. Yarışmacılara daha yarışmaya başlarken bir milyon pound değerinde sanal ödüller veriliyordu. Amaç sorulara yanlış cevap vererek bu ödülleri kaybetmekti. Diğer yarışmanın adı ise “Catchphrase” idi. Bu yarışmada dekordaki büyük ekrana 5-10 saniyelik bir animasyon geliyor ve yarışmacılara bu görüntüde anlatılanın ne olduğu soruluyordu. Bu bir deyim, atasözü veya bir tanımlama olabiliyordu.


Ferhan Şensoy

“Lose A Million” adlı yarışma çok eğlenceliydi. Sunucu düşünmeye başladığımızda aklıma Ferhan Şensoy geldi. Sıradan yarışmaların aksine ters bir mantıkla işleyen bu yarışma onun tarzına çok uygundu. Ancak Ferhan Şensoy’un televizyonda herhangi bir sunuculuk yapmak gibi bir hevesi olmadığını gayet iyi biliyordum. Ferhan ağabeyin babama büyük saygısı vardı. Hem tiyatro dünyasında ister istemez kurulmuş olan ilişkiler vardı hem de aralarında büyük yaş farkı da olsa her ikisi de Galatasaray Lisesi mezunu olduklarından çok uzun yıllardır tanışırlardı. Babam “Mehmet gelsin bir anlatsın sana” deyince hayır diyemedi. Önceden yarışmanın orijinalinin kasetini mi gönderdik, yoksa ben mi götürdüm izlettim hatırlamıyorum. Ama Ferhan ağabey yarışmanın işleyişini ve neden onu düşündüğümüzü hemen kavradı elbette ve sanırım böyle değişik ve kendi kimliğine uygun bir programda yer almayı kabul etti. Ferhan ağabey yarışmanın her bölümünde seyirciye esprili kısa bir açış konuşması yapıyordu. Birlikte çalışmış olmaktan onur duyduğum Ferhan Şensoy’u “Kaybet Kazan” adını verdiğimiz yarışmadaki bu açış konuşmalarından biriyle anmak istiyorum: “Çok yanlış akşamlar, yan gelmiş izlemeciler… yanlış bardaktan boşansın, hoş gelmiş yarışmacılar…Kaybeden kazanıyor, haybeden kazanıyor… Genelde dikenli telle çevrili ve fakat esasen çok kaygan yaşantımızda yer yer ve zaman zaman yanlışlar çok doğru. Hatta kimi zaman muntazaman yanlışlar en doğru. Örneğin bizim stüdyomuzda da böyle yanlışlarımız var. Kameraman arkadaşların çekim sırasında o osuruk aletlerle nedir o, tetris midir nedir oynamaları ne kadar doğru ? Yarışmamızın yönetmeni, İngiltere’den büyük özverilerle getirttiğimiz Jenny Dodd [3] Türkçe bilmiyor. Niye bilsin, Allahın İngilizi orada otururken, İngiltere’de… Dış Türk değil ya.. Onun bilmemesi çok doğru. Fakat az gelişmiş bir ülke çocuğu olarak emperyalizm karşısında benim İngilizce bilmemem gayet salak bir durum. Feci bir yanlış. Bu anlamda biz Jenny ile çok iyi anlaşamıyoruz. Fakat şimdi ben burada bir takım sululuklar yaptığımda Jenny’nin aşağıda kumanda odasında herkesten çok daha büyük kahkahalar atması neye göre doğru ? Üstelik işin daha korkunç tarafı Jenny gülerken Türkçe mi gülüyor İngilizce mi gülüyor anlaşılmıyor, pardon yani…”


“Kaybet Kazan”ın en eğlenceli taraflarından biri yarışmacıların kaybetmek zorunda olduğu sanal ödüllerin verildiği başlangıç kısmıydı. Yarışmacılara verilen bu sanal ödüller özel bir jet, Rolls Royce marka bir otomobil, Como gölü kıyısında bir villa, paha biçilmez bir mücevher ya da bir kürk olabiliyordu. Bu ödüllerin görüntüleri yarışmacıların arkasındaki ekranlara yansıtılıyordu. Her yarışmada üç yarışmacıya beş başlangıç ödülü verilmek durumundaydı. Bu bağlamda çeşitlilik ve görsel zenginlik çok önemliydi. Herhangi bir prodüksiyon veya sanat grubu asistanına bırakılacak bir iş değildi. Yaşam kültürü buna uygun, belirli bir ekonomik standartta yaşayan, neyi nerede bulacağını bilen biri bu görevi yapabilirdi. Aklıma mı geldi, yoksa bir yerde karşılaştık ve birden çağrışımla öneride mi bulundum hatırlamıyorum, yarışmanın bu kilit rolünü Ayşe Germen üstlendi. Bize şahane ödül önerileri buldu getirdi. Bazan ödülleri stüdyoya taşıdı, kayda aldık; bazan çok pahalı bazı ödüllerin görsellerini buldu getirdi. Yarışmaya büyük renk kattı.


Kaybet Kazan

[2] Alinur Velidedoğlu ve Yiğit Şardan sektörde yıldızları parlayan iki genç reklamcıydılar. Güzel Sanatlar’dan birlikte ayrılıp kendi ajanslarını kurmayı düşünürlerken, ajans sahibi Ünver Oral’ın ortaklık teklifi üzerine ayrılık fikrinden vazgeçip şirkete ortak olarak kalmaya karar vermişlerdi.


[3] Ferhan ağabeyin konuşmasında sözünü ettiği yönetmeni bize Action Time önermişti. Deneyimli bir game show yönetmeniydi. ATV için yapımın gerçekleştireceğimiz her iki yarışmayı yönetmesi için kendisiyle anlaşmıştık, İstanbul’a gelip ekibe katılmıştı.


 

“Resmece” adını verdiğimiz özgün adı “Catchphrase” olan yarışma için de sunucu olarak da bir iki yıl önce TRT1’de yayınlanan “Gençler” dizisinde Oktay Kaynarca ve Fikret Kuşkan ile birlikte popülarite kazanan Ziya Kürküt ile anlaştık. ATV’nin Kasımpaşa’da eski bir sinemadan bozarak hazır hale getirdiği stüdyoların birine artık aramızda olmayan değerli sanat yönetmeni Zafer Kanyılmaz her iki yarışmanın dekorunu karşılıklı olarak kurmuştu. Aynı yapım ve reji ekibiyle her iki yarışmanın çekimlerine başladık. Her iki yarışmanın da ekibinin başında yürütücü yapımcı olarak Lale Platin görev almıştı. Alman eğitimi almış ve dolayısıyla disiplinli ve düzenli çalışma konusunda hassasiyetleri olan benim gibi bir yapımcı için Lale bulunmaz bir nimetti. Olağanüstü titiz ve düzenli bir çalışma yürütüyordu. Sonraki yıllarda da Lale ile çalışmak isterdim ama çeşitli nedenlerle bu iş kolunda devam etmek istemedi.


Her çekim günü ofisteki işlerimi toparladıktan sonra Kasımpaşa’nın yolunu tutuyor ve çekimlerin başında olmaya gayret ediyordum. ATV’nin Temmuz ayındaki yayın tarihi yaklaşıyordu. Bir gün yine stüdyo binasına girdiğimde yukarıdan bir bağırtı çağırtı sesi geldiğini duydum. Bizim stüdyomuz üst kattaydı. Merakla basamakları tırmanırken, merdiven başında kameralarıyla 3-4 kişilik bir çekim ekibinin beklediğini, ekibin başı olduğunu tahmin ettiğim siyah saçlı ve sakallı bir adamın suratında çok hiddetli bir ifadeyle söylenip durmakta olduğunu gördüm. Bizim stüdyonun kapısına geldiğimde ise merakım iyice arttı çünkü Lale neredeyse hüngür hüngür ağlıyordu. İşin iç yüzü sonradan anlaşıldı. Gelen ekibi ATV göndermişti. Kanalın ekrana süreceği programların tanıtımlarını üstlenmişlerdi. “Kaybet Kazan” yarışmasının tanıtımı için de Ferhan Şensoy ile bir çekim yapacaklardı. Ancak bizim çekim bir türlü sona ermeyince, ekip beklemek zorunda kalmış, ekibin başındaki arkadaş da iyice gerilince kontrolü kaybetmiş, bağırıp çağırıp Lale’ye söylenmiş, kızcağızı ağlatmıştı. Bu öfkeli arkadaşın adı Fatih Aksoy’du. Haberim yoktu, kader bizi çok yakında tekrar bir araya getirecekti.


ATV 1993 yılının Temmuz ayında yayına geçti. Ne yalan söyleyeyim herkes büyük beklentiler içerisindeydi ama hiç de parlak olmayan bir başlangıç yapıldı. Sabah Gazetesi’nin de içinde olduğu büyük bir medya grubundan bahsediyoruz. Bu tatsız başlangıçla birlikte grubun içinde kazan kaynamaya başladı. Kısa süre sonra Yiğit Şardan’ın görevinden ayrıldığını ve Güzel Sanatlar’a geri döndüğünü duyduk.


Kanalın başına geçici bir süreliğine Ercan Arıklı geldi. Ercan bey kanalın iyi bir başlangıç yapamaması nedeniyle sil baştan yapmak üzere kolları sıvadı. Bizim yarışmaları da Türk halkı için çok sofistike bulduğunu kaldıracağını söyledi. Ancak bize ödenen bölüm başı bedellerle zarar etmememiz maliyetleri karşılayabilmemiz için belirli sayıda bölümün hayata geçmesi gerekiyordu. Ayrıca çekimi yapılmış henüz yayına girmemiş bölümler de vardı. Gerilimli bir iki toplantıdan sonra Ercan beyle ve ATV yönetimiyle bir orta yol bulduk, uzlaştık.


ATV için yaptığımız iki yarışmanın sona ermesi aynı zamanda üç temsilci firma olarak bizlerin kurmuş olduğu yapım şirketinin de yolculuğunun bitmesi anlamına geliyordu. Her ne kadar birbirine son derece ölçülü ve saygılı davranan özel insanlardan oluşan bir ortaklık dahi olsa galiba biraz eşyanın tabiatına aykırı bir durumdu. Ben yapıma konsantre olmuşken yeni kanallar gündeme geliyordu. Temsilcilik ve dış kaynaklı film ve programların kanallarla buluşturulmasında ortağım da olan rakiplerimle rekabette geri kaldığımı hissetmeye başladım. Hem prodüksiyon ile hem de yapım şirketinin yönetimine dair diğer bir sürü işle ilgili sorumluluk genel müdür olarak bana aitti. Sanırım biraz tek başıma kaldığımı da hissettim, bu süreç içinde ortaklardan da bazı eleştiriler gelince bana dokundu. Sonuçta, bu ortaklığa devam etmek istemediğimi bildirdim. Onlar da devam etme yönünde bir tavır ortaya koymadılar. Yolları ayırmaya karar verdik. Ancak yapımcılığı bırakmak gibi bir niyetim yoktu, nasıl devam edeceğime dair kafamda kırk tilki dolanıyor, kuyrukları birbirine değmiyordu.

107 views0 comments

Comments


bottom of page