top of page
Search
Writer's picturememokaraca

Kısık Ateşte 15 Dakika’da kaynama noktasına gelen ortaklık….


Kırk yılı geride bırakmaya çok az kalan kariyerimi tarihe not düşmek adına bu blogda yazmaya karar verdiğimden beri kaleme alacağım en zor yazıya geldi sıra. Benim için kuruluşuna sebep olduğum Medyapım’la gönül bağımın koptuğu bir süreci anlatacağım. Pek hoş bir dönem değil elbette benim açımdan ama belirtmeliyim ki anlatacaklarım yıllar sonra bir hesap sormak, bir suçlamada bulunmak niyetiyle kaleme alınmayacak. Sadece yaşadıklarımı, hissettiklerimi kendi açımdan yazacağım. Sürçülisan edersem affola….


“Hırsız Var!”ın başarısından sonra iyi bir proje yakalarsak bir film daha yapma konusunda cesaretlenmiştik. Fatih Aksoy bir gün ofisime gelip Haluk Özenç’in yazmış olduğu bir senaryoyu getirdi. “Bunu okusana, ben çok beğendim” dedi. “Restoran” adı verilen senaryonun büyük bir

Haluk Özenç

bölümü bir Fransız restoranında bir akşam servisi sırasında 15 dakika içerisinde geçen olayları anlatıyordu. Önce bir masada konuşulanları izliyor, sonra saati 15 dakika geri alıp bir başka masaya geçiyor orada ne olup bittiğini izliyorduk. Tabii o esnada bir önceki masa arka plana düşüyordu. Böylelikle akış içinde masalardaki mizansenlerin kamera açılarına göre geri planda sürekli tekrarlanmasını gerektiren bir yapısı vardı. Restorandaki dört beş masada olan bitenler daha sonra bir şekilde birbirine bağlanıyor ve finale varılıyordu. Çok iyi yazılmış, sinemamızda pek de örneği olmayan tarz bir film projesiydi. Haluk Özenç yazmıştı ve Bora Tekay da yönetmenliğini yapacaktı.


Ben de Fatih’in olumlu görüşüne katılınca Haluk ile bir araya geldik, anlaşmamızı yaptık. Yola çıkarken, gişe potansiyeli yüksek ana akım komedi filmlerinden farklı türde bir iş olacağı için filmin çok kontrollü bir bütçeyle hayata geçirilmesi görüşündeydik. Projeyi post prodüksiyon hizmetleri karşılığı ortak olmaları önerisiyle İmaj ve Sinefekt’e götürdük. Gerek Cemal Noyan, gerekse Cihan Baydur olumlu geri dönüş yaptılar. Hemen cast için kolları sıvadık. Filmin kalabalık kadrosu için gündeme gelen isimlerin çoğu ülkenin en önemli oyuncuları oluyordu. Filmde biraz saf bir genç şarkıcı rolü için Ata Demirer ve onu pazarlamaya çalışan ağzı kalabalık menajer rolünde Haluk Bilginer’i istemiştik. Ata Demirer, Haluk Bilginer rolü kabul ederse ben varım dedi. Haluk Bilginer zaten senaryoyu biliyordu. Haluk Özenç galiba onunla daha önce paylaşmış ve bir tür yeşil ışık almıştı. Programının yoğunluğunu öne sürerek Haluk hemen kabul etmedi, bizi biraz bekletti ama biz çekim takvimi olarak ona uyabilirsek filmde yer almayı kabul etti. Bu arada Fatih Aksoy senaryoyu Metin Akpınar’a gönderdi. Ben Metin Akpınar’ın kendine Marsel adını takan, arada bir Fransızca paralayan restoranın şefini oynamasını hayal ettim. Metin Akpınar senaryoyu çok beğendi ve fakat restoranda buzdan heykeller yapmak üzere işe alınan eskiden cinayetten hapis yatmış kör bir adam olan Resul adlı karakteri canlandırmak istedi. Bu üç ismi bir araya getirmek hem zordu hem de hepsinin normal kaşelerini ödemek ekonomik anlamda bizi zorlayacaktı. Hepsine belirli bir baz ücret ve filmin gelirlerinden belirli oranlarda pay yöntemiyle ilerlemeye karar verdik. Hem bu üç oyuncu hem de sonradan kadroya katılan önemli rollerdeki bazı diğer oyuncular buna çok olumlu baktılar. “Le Chic” adındaki lüks Fransız restoranının ortaklarından biri aynı zamanda çok ünlü ve güzel bir aktris olan Kader Sayar adında bir karakterdi. Bu rolün dizilerde ve filmlerde yüzünü eskitmemiş bir kadın oyuncu tarafından oynanmasını istiyordum. Çeşitli isimler ortaya atıldı ama ortaklarımın birkaç kez ısrarla başka alternatifler önermelerine karşın Eyşan Özhim’de karar kıldım. Kader Sayar'da olması gereken güzellik ve zerafete fazlasıyla sahip olduğunu düşünüyor, oyunculuk tecrübesi konusunda gündeme gelen soru işaretlerini çok önemsemiyor, rolün altından kalkacağını düşünüyordum. Restorana canlı bomba şeklinde gelip Kader’i filminde oynamaya ikna etmeye çalışan yönetmen rolü için Özkan Uğur ile anlaştık. Metin Akpınar’ın istemediği şef rolünü Cezmi Baskın üstlendi. Bu isimlere Erhan Yazıcıoğlu, Janset, Aydoğan Oflu, Haktan Pak, Ali Sunal, Belit Özükan gibi oyuncular eklendi. Masalardan birinde yemek yiyen bir grup genç kız rolü için de o günlerde çok popüler olan Hepsi grubuyla anlaşıldı. Restoranda piyano eşliğinde şarkılar söylemesi için işe alınan genç ve güzel şarkıcı kadın rolünü Fatih o sıralarda birlikte olduğu kız arkadaşı Aysun Kayacı’nın oynamasını istedi. Böylelikle, olağanüstü bir kadro ortaya çıktı. Fakat bütün bu cast


Erhan Yazıcıoğlu, Eyşan Özhim, Ata Demirer, Haktan Pak ve Haluk Bilginer

çalışmalarının tam ortasında gelen bir haberle ne yapacağımızı şaşırdık. Bora Tekay bir diziyle anlaşmıştı ve bizim filmi çekmeyi planladığımız sonbahar aylarında çalışamayacağını bildirdi. Oysa biz oyuncularla öngördüğümüz takvime göre konuşmaya başlamıştık. Kiminle çalışalım diye düşünürken, kısa bir süre önce şimdi nereden geldiğini hafızamı zorlamama rağmen hatırlamadığım bir dosya aklıma geldi. Almanya’da yaşayan genç bir gurbetçi yönetmenin CV’si, kendisinden ve yaptığı filmlerden söz eden Alman basınında yer almış haber ve röportajlardan oluşan bu dosya ilgimi çekmişti. Ayrıca filmlerinden birinin de kasedi mevcuttu. Genç yönetmenin

Markus Ziegler ve Neco Çelik

adı Neco Çelik idi. Fatih’e buna bir baksak mı diye sordum. Çelik’in çektiği “Alltag” adındaki televizyon filmini beraber izlemeye karar verdik. Berlin Kreuzberg’de yaşayan gurbetçi Türkleri merkezine alan bir öyküyü anlatan filmi ve yönetmenin anlatım tarzını beğendik. Böyle genç bir yönetmeni Türk sinemasına kazandırma ihtimali de yapımcı olarak bizi motive etti sanırım. Neco Çelik ile irtibata geçip, sanırım senaryoyu kendisine ilettik ve İstanbul’a davet ettik, kısa sürede anlaştık. Fatih’in el sıkıştığımız noktada kendisine “Hırsız Var!”ı hatırlatıp, Haluk Özenç ve beni göstererek “bak bu yazdı, bu yaptı, 1 milyon seyirci geldi, bu iş yatarsa senden bilirim” dediğini hatırlıyorum. Filmin görüntü yönetmenliği için "Beşibiryerde" projemiz için Cansu Akbel'in araştırmasıyla bulduğumuz Markus Ziegler ile anlaştık.


Bu filmde “Hırsız Var!”da Ali Akdeniz ile birlikte yaptığımız çalışmanın benzerini Oğuz Eruzun ile birlikte yapmaya karar vermiştik. Çok deneyimli bir yapımcı olan Oğuz ile kolları sıvadık. Tek mekân bir restorandı. Ya işlemeyen kapalı bir restoran bulacaktık. Ya da bir stüdyoda dekor kurulacaktı. Alternatif olarak Maslak’ta Nurol Plaza’nın altındaki Efendy adlı bir müzikhol önerildi. Sanat yönetmenimiz Zafer Kanyılmaz ile birlikte bakmaya gittik. Ana salon, büyükçe bir sahne ve girişten sahneye doğru alçalan setler ve bu setlerde yer alan masalardan oluşuyordu. Bizim için en güzel tarafı mekânın hazır bir endüstriyel mutfağının ve tüm oyuncularımızı dört dörtlük ağırlayabileceğimiz kulis odalarının olmasıydı. Zafer yapacağı çalışmayla setlerin bir kısmını hemzemin hale getirerek azaltabileceğini, duvarları rahatlıkla istediğimiz şekilde kaplayabileceğimizi ama sahneyi kapatmak için bir fikre ihtiyaç olduğunu söyledi. Sahnenin iki tarafını arkada bir bahçe varmış gibi düzenlemeye ama ortaya bir Fransız restoranına uygun olabilecek bir görselin dev

"Au Restaurant le Doyen"

baskısını yapmaya karar verdik. Bir Fransız ressamın yemekle veya bir restoranla ilgili bir tablosunun uygun olabileceğini düşündük. İnternet üzerinden görsel bankaları taradıktan sonra 19.yüzyılda yaşamış Ernest-Ange Duez adlı Fransız sanatçının bir restoranda bir masada tek başına oturan bir kadını resmettiği “Au Restaurant le Doyen” adlı tablosunda karar kılıp, yüksek çözünürlüklü dijital versiyonunu satın alıp uyguladık. Zafer, Efendy’nin ana salonunu mükemmel bir biçimde bir restorana dönüştürdü. Film vizyona girdikten uzun bir süre sonra bir yerde rastladığım Sinan Çetin “ne acaip bir prodüksiyon yapmışsınız, nasıl bir restoran yaratmışınız öyle” diye filmin yapımcısı olarak elbette hoşuma giden övgü dolu bir yorumda bulunmuştu.


Metin Akpınar

İşin en zor kısmı Kasım ayında çekeceğimiz filmin çekim programını yapmaktı. Onsekiz bilinmeyenli denklem gibi bir şeydi. Her bir oyuncunun ya dizisi ya tiyatrosu ya başka etkinlikleri vardı. Deveye hendek atlatır gibi bir program yapıldı. Bir günün bile aksamaması gerekiyordu aksi takdirde program birbirini deviren domino taşları gibi yerle yeksan oluyordu.


Aysun Kayacı

Filmin çekimlerine girmeden önce müzikler için anlaştığımız Jingle House ekibinin bestelediği iki şarkının Aysun tarafından seslendirilmesi için stüdyoya girdik. Ömer Ahunbay ve Burak Ekinil yönetiminde Aysun onlardan gelen uyarıları dikkate alarak iki şarkıyı tekrar tekrar söyledi ve kaydı tamamladık.


“Restoran” yerine “Kısık Ateşte 15 Dakika” ismini bulduğum filmin çekimlerine 22 Kasım 2005 günü motor diyerek başladık. O gün mutfak sahneleriyle başlandı. Ertesi gün filmin başında yer alan ve neredeyse tüm oyuncuların yer aldığı, trafiği oldukça karışık bir sahne yer alıyordu. Oyuncularımız, yönetmen Neco Çelik’in bu trafiği yönetmekte zorlandığını hissettiler. Gerek o gün gerekse takip eden günlerde bazı sahnelerde sıkıntılar ortaya çıktı. Sete ziyarete gelen ortaklarım Fatih ve Yiğit de yönetmenle ilgili söylenmeye başladılar. Fatih duralım, yönetmeni kovalım, erteleyelim filmi demeye başladı. Bence yapılması gereken şüpheye düşen oyuncuları rahatlatmak, yönetmenle konuşmak ve devam etmekti. Bu oyuncuları bir kez daha herhangi bir takvimde bir araya getirmemiz mucize gibi bir şey olurdu. Efendy’e kurulmuş olan dekor öyle demonte edip sonra tekrar monte edilebilecek bir dekor değildi, öyle olsa bile oraya özgü bir uygulamaydı ve oyuncuları mucizevi bir şekilde bir araya getirsek bir de mekânın takvimini uydurmak gerekirdi. Bu noktadan itibaren Fatih ile gerilmeye başladık çünkü anlayamadığım bir şekilde seti rahatlatmak konusunda bana yardım edeceğine, ben onunla aynı fikirde olmadığım ve devam ettiğim için mi bilemiyorum tam tersine oyunculara yönetmenin filmi iyi çekemediğini anlatmaya başladı. Elbette doğal olarak setin bütün havası dağıldı, kulis kaynamaya başladı. Filmi 16-17 günlük bir çekim programıyla bitirmeyi planlamıştık. Bu hava içinde, elbette tadımız kaçarak ama planladığımız tarihte bitirdik.


Özkan Uğur ve Eyşan Özhim

Filmin kurgusu için Aylin Zoi Tinel ile anlaşmıştım. Aylin işe sıkıntılı sahnelerden başladı. Bir gün iki gün filmle cebelleştikten sonra “Mehmet, ben bunu yapamayacağım, beni bağışla dedi”. Bir durum değerlendirmesinden sonra bütün kurgu sorumluluğunu üzerime aldım. Yönetmen Neco Çelik Almanya’ya döndü ve Hamdi Deniz ile birlikte İmaj’ın Beşiktaş’taki binasında kurguya başladım. Gerçekten çok sıkıntılı sahneler vardı. Eldeki malzemeyi kare kare araya taraya sahneleri bağlıyorduk. Akşam yatağıma yattığımda sahneleri düşünüyor, bazan aklıma çözümler geliyor, ertesi sabah gidip Hamdi’ye anlatıyordum, uygulayıp uygulayamayacağımıza bakıyorduk. Bir sürü sahneyi yap boz defalarca tekrar tekrar çalıştık. Bu arada belki de çok kritik bir hata yaptık. Fatih filmin Mart ayındaki vizyon tarihini erteleyelim, senin kurgun bitince karar veririz dedi. Zaten gerilmeye başladığımız için bu konuda bir münakaşa yaratmak istemedim, oysa muhtemelen filmi planlanan tarihe yetiştirebilirdik. Bu tarih değişikliği filmin kaderini çok etkiledi. Filmin kurgusunu Hamdi Deniz ile birlikte problemli sahnelere olabildiğince en iyi çözümleri bularak tamamladık. Fatih filmi oyuncularla birlikte seyredelim önerisinde bulundu. İmaj’ın Esentepe’deki binasındaki screening room’da toplandık ve film seyredildi. Evet, filmin sıkıntıları vardı. İstediğimiz gibi dört dörtlük olmamıştı. Ama film vizyona çıkan yerli filmlerin büyük bir çoğunluğuyla da kıyaslanmazdı bile. Elimizde bir paçavra varmış gibi davranmanın manası yoktu. Tüm samimiyetimle söylemek isterim ki bu işte Fatih ile yerlerimiz tersine olsaydı, ben filmin sıkıntılarını görmekle birlikte oyuncuların endişelerini giderecek bir konuşma yapar, rahat olmalarını, bazı hayal kırıklıkları olmakla birlikte filmin vizyona çıkan bir çok filmden daha iyi olduğunu, negatif bir hava yaratmanın gereksiz olduğunu ifade ederdim. Maalesef tam tersi yapıldı. Filmin bence hak etmediği ölçüde kötü olduğu söylemi tercih edildi, herkesin morali bozuldu. İmaj’daki gösterim sonrası ofisteki bir toplantıda filmin vizyona çıkıp çıkmaması tartışıldı. Fatih ısrarla kötü bir film çıkmayalım diyordu. Gerçekten filmi bu kadar yerin dibine sokmasını anlamakta zorlanıyordum. Filmin dağıtımcısı da vizyona çıkılmayacak kadar kötü bir film olmadığını, elimizde eli yüzü düzgün bir film olduğunu söylüyordu. Fatih o kadar çok kötü film, kötü film çıkmayalım dedi ki, “Fatih bu filmin yapımcısı benim. Çok istiyorsan şirket ortağı olarak beğenmediğini söyler geçersin. Reklamın iyisi kötü olmaz derler” mealinde bir şeyler söyledim. Demez olaydım. Meğer el bombasının pimini çekmişim haberim yokmuş. Filmi Mayıs ayı ortasında vizyona çıkacak şekilde planlamıştık. Nisan ayı ortalarında bir gün Sabah gazetesinde Fatih’in Rahşan Gülşan ile bir söyleşisi çıktı. Başlığı “Bu filmin yönetmenini öldürmek istedim” idi. Fatih şöyle diyordu : ” Çok kötü bir film oldu. Yönetmenin kovulması gerekirdi. Film gösterime girecek, herkes görecek". Okuduklarıma inanamadım. Gerçekten çıkıp medyaya böyle bir demeç vereceğini hiç ihtimal vermemiştim. İnsan kendi malını neden böyle kötülerdi ki, anlaşılır gibi değildi. Madem hem yönetmene hem de onu kovup filmi durdurmadığım için bana öfkeliydi ve yanlış yapıldığı düşüncesini ifade etmek istiyordu, bunu hiç değilse filmin birkaç haftalık vizyonundan sonra yapabilir görüşlerini açıklayabilirdi. O gün filmi vizyona çıkarıp sonra da Medyapım’da bilfiil yürüttüğüm tüm görevlerimi bırakma kararı aldım. Ortaklarıma isterlerse hisselerimin kendilerine satışı için görüşebileceğimizi, aksi takdirde şirketle ilişkimin yönetim kurulu üyesi ve hissedar olarak devam edebileceğini ilettim.


Zaten almış olduğum bu kararın üzerine bir şiddetli münakaşa daha yaşadık Fatih ile. Yaratılan her türlü olumsuzluğa rağmen filmin iş yapabilmesi için elimden geleni yapıyordum. Jingle House filmde Aysun Kayacı’nın seslendirdiği şarkılardan birine bir rock versiyonu yapmıştı. Ya da biz istedik diye böyle bir versiyon yapıldı, tam hatırlamıyorum. Bunu bir şarkıcıya seslendirtip bir klip yapalım fikri doğdu. Klip için Oğuzhan Tercan’dan yardım istedim. Pamela Spence’e önerdik şarkıyı. Kabul etti. Ata Demirer klipte yer almayı kabul etti. Oğuzhan İmaj’ın müzik stüdyosunda klibi çekti. Ben bu çalışmanın hazırlığı içindeyken Fatih ofisime gelip neden şarkıyı Pamela’ya söylettiğimizi, neden Aysun’a klip yapmadığımızı son derece hiddetli bir ifadeyle sorguladı. Filmde piyano eşliğinde söylenen versiyon klip olarak ilgi çekmezdi. Müzik kanallarında sık sık dönmesi için profesyonel bir şarkıcı tarafından söylenmesinin doğru olduğunu dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım. Tartışma tırmandı. Sonradan düşündüğümde kız arkadaşının evde onun başının etini yediğini ve muhtemelen onun etkisiyle böyle bir tepki gösterdiği kanaatine vardım ama o anda o kadar çok gerilmiştik ki yıllar sonra ilk kez çok şiddetli bir kavgaya tutuştuk. Çok şükür, ofisin duvarlarını sarsacak yükseklikte bir bağrışmanın ötesine geçmedi ve Fatih odamı terketti.


"Kısık Ateşte 15 Dakika" , yerli filmlerin genellikle bir türlü iş yapamadığı havaların ısınmaya başladığı Mayıs ayının 19'unda vizyona çıktı. 180,000 seyirciye ulaştı. Eğer bütün bu çekişmeler olmasa, oyuncuların filmi sahipleneceği pozitif bir hava tercih edilse, "kötü film" söylemiyle kamuoyunun önüne çıkılmasa, filmin tüm sıkıntılarına rağmen bu rakamın en azından üç katına ulaşılabilir diye düşünmüşümdür hep. Bu seviye de bizi hiç değilse mutsuz etmezdi.


Yazdıklarım iki iş ortağı arasındaki görüş farklılıklarının ve olaylar karşısında gösterdikleri reflekslerin benim açımdan subjektif anlatımıdır. İş hayatımızda bir kırılma noktası olmuştur. Ama geride kalmıştır. Fatih halen görüştüğüm ve elbette çok saygı duyduğum bir meslektaşımdır. Kim bilir belki o da bütün bu olanlarda kendi yaklaşımını çok haklı görüyordur.


Belirtmeliyim ki “Kısık Ateşte 15 Dakika” yapım süreci bana çok kırıldığım, üzüldüğüm şeyler yaşatmakla birlikte mesleki anlamda bir sürü deneyim de katmıştır. Ayrıca akabinde Medyapım’daki pozisyonumdan ayrılma kararımın duyulmasıyla, kısa bir süre içinde bana yeni kapılar açacak ve başka deneyimlere yelken açmama, Digiturk maceramın başlamasına neden olmuştur. Bir sonraki bölümün konusu da bu olacak.



330 views0 comments

Recent Posts

See All

Comentarios


bottom of page