top of page
Search
Writer's picturememokaraca

Medyapım kuruluyor…


Gerek HBB için yapımını gerçekleştirdiğimiz “Yirmibir” gerekse ATV’nin kuruluş aşamasında hayata geçirdiğimiz “Kaybet Kazan” ve “Resmece” adlı yarışmalarla ilgili televizyon kanallarından zamanında ödeme alma konusunda büyük sıkıntı yaşamıştım. HBB deneyimi sırasında hiç de kurumsal olmayan bir yönetim ve finans anlayışıyla karşı karşıya kaldığımızı anlatmıştım. ATV mutlaka çok daha kurumsal bir yapıya sahipti ama orada da bazı sıkıntılar olmuştu. Ayrıca birbiri ardına yayına giren özel kanallarla dış kaynaklı film ve programlar için de iş yapıyor ve ödemelerin hep aksadığına tanık oluyorduk. Özel kanallar kuruluş aşamasında Hollywood stüdyolarının uluslararası bankalardan sağlanacak teminat taleplerini karşılamışlardı. Bir süre sonra banka teminatlarının kendilerine yüksek bir maliyet çıkardığını, zaten ödemelerin zamanında yapıldığını tabiri caizse rüştlerini ispat ettiklerini belirterek yabancıların anlayışını talep etmişlerdi. Banka teminatı altına alınmayan sözleşmelerle iş yapmaya başladıktan hemen sonra da ödemelerde aksamalar meydana gelmeye başlamıştı. Özel televizyonlar bir oldu bitti ile başlamıştı. Plansız, programsız, denetimsiz, paldır küldür bir başlangıç olmuştu. Türkiye ekonomisinin şartları belliydi. Sayıları beşi bulan özel kanalları ve aynı zamanda devlet televizyonunu besleyebilecek bir reklam pastası mevcut değildi. Sırada yayına girmek için hazırlanan başka özel kanallar da vardı. Özel televizyon kuran iş adamları elbette medyanın kendilerine sağlayacağı gücü elde etmek için yarışıyorlardı, ancak sektörün tek gelir kaynağı olan reklam gelirlerinin yetersizliği televizyon kanallarının derme çatma bir finansmanla yönetilmesine yol açıyordu. Herkes daha iyi ve güzel filmlerin, dizilerin, izleyiciyi ekrana bağlayacak programların peşindeydi ama kanal sahiplerinin sürekli ellerini cebe atıp finansman açığını kapatmaya niyetleri yoktu. Endüstri gelişmeye açıktı ama bu aksaya tıksaya olmak zorundaydı.


Bir yılı aşkın bir süredir edindiğim deneyimleri dikkate aldığımda ve yukarıda yazmaya çalıştığım analizleri yaptığımda çeşitli kanallara haftalık bazda en az birkaç saatlik yapımı gerçekleştirebilecek iddialı bir yapım şirketi olmanın yolunun her anlamda güçlü ve finans sorunu olmayan bir yapının kurulmasından geçtiğini görüyordum.


ATV’nin kuruluş aşamasında kısa süren bir yöneticilik yapan reklamcı Yiğit Şardan’ın Galatasaray’da takım arkadaşım olduğunu yazmıştım. ATV’den ayrıldığı haberlerini duyduğumda Yiğit’i aradım. Beni Yeniköy’deki evine bir sabah kahvesine davet etti. Sanırım yaz sonuydu. Güzel bir havada deniz kıyısındaki evin balkonunda oturduk. Ona edindiğim deneyimleri ve burada anlatmaya çalıştığım analizleri aktardım. Televizyon kanallarının tek gelir kaynağını sağlayanlar reklam ajansları ve medya alım şirketleriydi. Elbette reklamverenler adına bu işlevi görüyorlardı ama reklamın hedef kitlesine hangi mecrada ulaşacağına karar veren onlardı. Kendisi de ülkenin en büyük reklam gruplarından birinin ortağıydı. Bu bakış açısıyla benimle birlikte bir yapım şirketi kurmayı düşünürler mi diye sordum. Güzel Sanatlar gibi bir reklam grubunun arkasında durduğu bir yapım şirketini hızla büyüteceğimize emindim. Yiğit, konuyu ortakları Ünver Oral ve Alinur Velidedeoğlu ile paylaşacağını, birlikte değerlendireceklerini ve sonra beni arayacağını söyledi.


Yeniköy’deki toplantının üzerinden bir iki hafta geçtikten sonra ilk telefon görüşmesini yaptık Yiğit’le. Konuya sıcak baktıklarını söyledi. Benim temsilcilik ve dış kaynaklı film ve program teminiyle ilgili yoğunluğum sürüyordu. Bir önceki yapım deneyimimde işin bu tarafı biraz aksamıştı. Dolayısıyla eğer bir yapım şirketi kurmaya karar verirsek, işin full time başında olacak biri olması gerektiği konusunda Yiğit ile mutabık kaldık. Bu görevi bir profesyonele vermek uzun vadede pek sürdürülebilir bir model olmayabilirdi. Bize katılacak yapım deneyimi olan kişinin ortak olması daha doğru olacaktı. Daha sık görüşmeye başladık. Yiğit ATV’nin kuruluşunda kanalın tanıtımları için birlikte çalıştığı bir yapımcı olduğunu, kendisiyle iyi anlaştıklarını ve çıkan işten memnun kaldığını söyledi. Bu kişi Fatih Aksoy’du. Tanıyıp tanımadığımı sordu. Bir önceki bölümde anlattığım gibi aslında Fatih ile Kasımpaşa’daki stüdyolarda karşılaşmıştık ama ben Yiğit’in söz ettiği yapımcının o olduğunu bilmiyordum. Tanımıyorum dedim. Yiğit, Fatih’in kısa süre önce Pan Film diye bir şirket kurduklarını, bize katılır mı emin olamadığını ama soracağını söyledi.


Fatih Aksoy’un daha sonra her ikisiyle de tanışacağım ortakları Ali Akdeniz ve Fatoş Sevinç ile görüşüp bize katılmaya karar verdiği haberini başka enteresan gelişmeler takip etti. Yiğit çok daha güçlü bir yapı kurma amacıyla hem Güzel Sanatlar’ın hem de Cenajans’ın yeni şirkete ortak olmak istediğini söyledi. Bu iki ajansın reklam prodüksiyonlarını yapan Aksiyon’un her iki ajansla birlikte ortağı ve yöneticisi olan Seyfettin Kadir Yılmaz’ın da bu yapıda yer almasını istiyorlardı. Kadir reklam prodüksiyonları dışında sinema filmleri de yapmıştı. Yeni filmler ve belki televizyona da iş yapmak istiyordu. Belli ki bizimle birlikte ortaya çıkan yeni yapılanmayla ilgili biraz sitemde bulunmuş, hem o nedenle hem de prodüksiyon işlerini çekirdekten yetişerek çok iyi bilen biri olduğu düşüncesiyle projeye dahil edilmesine karar verilmişti. İş büyümüştü, kalabalıklaşmıştı. Ama öte yandan Türkiye’nin en büyük iki reklam ajansının arkasında durduğu böyle bir yapının çok güçlü bir potansiyel taşıyacağı ortadaydı.


Önce Fatih, Kadir ve ben Aksiyon’un Levent’teki ofisinde bir araya geldik. Yiğit’in önerdiği yapımcı Fatih Aksoy’un Lale Platin’i ağlatan öfkeli arkadaş olduğunu ben orada farkına vardım. Konuyu açmadım. Yalnız birbirimizi iyice tanımak amacıyla yapılan bu toplantıda o güne kadar uğraştığım işlerden, daha önce yaptığı yapımlardan falan söz ederken biraz da tevazu ile “doğrusu işin içerik ve proje üretme kısmında iddialı olmakla birlikte teknik kısmından çok anladığımı söyleyemeyeceğim” gibi bir cümle kurdum. Fatih’in oldukça da sert bir tondan “ben işin tekniğinden de anlarım” şeklindeki cevabı hep aklımda kaldı. Onun iddialı, özgüvenli ve biraz da kendine has sert bir tavır içeren kişiliğinin ilk göstergesi olarak hafızamda kaldı hep.


Ünver Oral & Alinur Velidedeoğlu

Ardından Güzel Sanatlar’ın Osmanbey’deki ofislerinde Ünver Oral ve Alinur Velidedeoğlu ile tanıştık. Son olarak da Fatih ve Yiğit ile birlikte Cenajans’ın şimdi Saran Holding olan Hacıosman Bayırı’ndaki ofislerine gidip Nail Keçili ile görüştük. Her ne kadar tüm ortaklar eşit paylara sahip olacak olsalar bile iki büyük reklam kuruluşu karşısında kendimizi korumayı gözeterek şirketin ana sözleşmesinin hazırlanması işini üstlendim ve yakın arkadaşım Ömür Yarsuvat’tan bu işi ele almasını rica ettim. Ömür ortaklardan birinin veya bir araya gelerek bazılarının sermaye arttırımı yoluyla veya başka yöntemlerle diğer ortakları yutmasını önleyen bir mekanizmayı içeren bir ana sözleşme hazırladı. İndigo Apartmanı’ndaki ofisimde bir araya geldik ve ana sözleşmenin esasları üzerinde mutabık kalarak el sıkıştık. Elbette ümit doluyduk, büyük bir heyecanla bir yolculuğa çıkıyorduk fakat kurulmakta olan şirketin ileride ülkenin en büyük yapım şirketlerinden biri olacağını kuşkusuz hiç birimiz bilmiyorduk.


Fatih şirketin genel müdürü olacak, onunla birlikte çalışacak bir çekirdek kadro oluşturacaktık. Gümüşsuyu’nda bana yakın bir yerde ofis aramaya başladık. Benim iki ofis arasında sık sık gidip gelme olanağım olsun istiyorduk. Zaten Fatih de o zamanki eşi Serap ile birlikte Gümüşsuyu’nda oturuyordu. Şimdi bir otel olan Philips binasının yanından girildiğinde ulaşılan, caddenin bir arka paralelinde geniş bir salonu ve büyükçe odaları olan bir daire bulduk ve tuttuk. Bize ilk katılan Barış Pirhasan oldu. Fatih ve Barış ile birlikte çeşitli büro mobilyaları satan mağazaları gezip, fazla açılmadan mütevazı rakamlara aldığımız eşyalarla ofisi tefriş ettiğimizi hatırlıyorum.


İki büyük reklam ajansı ortağımız da olsa proje üretecek, televizyon kanallarını ikna edecek olan bizdik. Elbette başladık kanalları dolaşmaya. Medyapım’ın kuruluşu ve ortaklık yapısı herkesin

Laf Lafı Açıyor

ilgisini çekmişti haliyle. Show TV’nin Pangaltı’da Erol Apartmanı’ndaki ofislerinde yönetim katında toplantıya girdiğimizde Nuri Çolakoğlu’nun Fatih, Yiğit ve benim için “Çok şaşırdım. Her birinizi ayrı ayrı farklı nedenlerle tanıyorum ve şimdi bir arada yapımcı olarak karşımıza gelmişsiniz” dediğini çok iyi hatırlıyorum. Bu başlangıç sürecinde Medyapım’ın çarkları Fatih Aksoy sayesinde dönmeye başlayacaktı. Bizimle anlaşmadan çok kısa süre önce Cem Özer’in “Laf Lafı Açıyor” programı için anlaşmıştı. Medyapım’a bu programla birlikte geldi. Haftada bir yayınlanan bir talk show programıyla başlangıç yapmak hiç kuşkusuz çok önemliydi.


Medyapım’ın hayata geçirmek üzere kolları sıvadığı ilk işlerden biri Hıncal Uluç için tasarlanacak bir talk show programı olacaktı. Hıncal Uluç şöhretine uygun bir biçimde Türkiye’nin ünlü ve güzel kadınlarını ağırlayacaktı. Biraz fazla hızlı giriştik, aramızda koordinasyonu da sağlayamadık sanırım. Çektiğimiz pilot bölüm çok kötü oldu. Bu başarısız denemeden hatırımda kalan bizimle bu işte metin yazarı olarak çalışan Müfit Can Saçıntı’nın bizi hazırlık sürecinde çok güldürmesiydi. Fatih’e Müfit’in her programda müdavim bir seyirci gibi yer almasını ve komik saptama ve sorularla programa müdahil olmasını önermiştik. O zaman ben çıkamam, utanırım yapamam diyen Müfit bugün stand up gösterileriyle, filmleriyle ve yönetmenliğiyle medya dünyamızın ünlü isimlerinden biri oldu.


Kuruluş döneminde Fatih, Barış’tan sonra kendi çekirdek ekibini oluşturmak üzere birkaç yeni arkadaşla çalışmaya başlamıştı. Bunlardan biri de Hıncal Uluç denemesinde de yönetmenliği üstlenen Hüseyin Karagöz idi. Günümüzde ATV’deki “Kim Milyoner İster” adlı yarışmasının yönetmenliğini sürdürmekte olan Hüseyin’in günlerden bir gün popüler kültüre olağanüstü meraklı bir avukat arkadaşından söz edip onun video kamera ile çektiği esprili bazı videoları Fatih’e ve bize izletmek üzere getirdiğini çok net hatırlıyorum. Fatih izlediklerinden çok eğlenmiş ve bir gün gelsin mutlaka görüşelim demişti. Ofise çağrılan o arkadaş daha sonra uzun yıllar Medyapım’ın bütün içeriklerinden sorumlu genel müdür yardımcısı olarak çalışıp sonra da kamera önüne geçerek şöhreti yakalayacak olan Armağan Çağlayan’dı. İleride uzun yıllar Medyapım’ın diğer genel müdür yardımcısı olarak görev alacak olan Meltem Kayalı ile birlikte ilk yapım sorumluluları olarak Cemile Pınar ve benimle birlikte Karat Yapım’da da çalışan Ece Özsoy Beyter’i anımsıyorum.


1993 senesinin Kasım ayında kurulan Medyapım ilk birkaç ayı Laf Lafı Açıyor ile birlikte sponsor destekli kadınlara yönelik bir gündüz programı, katılımcıların tatil kazandığı yine sponsorlu bir yarışma ile geçirdi. Henüz işin çok başındaydık. Ancak Gümüşsuyu'ndaki dairenin tıka basa çalışanlarla dolacağı, telefonların susmayacağı, hararetli bir koşuşturmanın eksik olmayacağı günler çok uzakta değildi.

142 views0 comments

Comments


bottom of page