Yeni özel kanallardan HBB, geçmiş yıllarda Coca Cola’nın Türkiye bayiliğini yapan, aynı zamanda Metal Kapak Fabrikası’nın sahibi Has Holding tarafından kurulmuştu. Televizyonla ilgili tüm konuları holdingin başındaki en üst düzey profesyonel olan Bülent Öztürkmen yürütüyordu. Öztürkmen, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşar Muavinliği ve Özal döneminde Başbakan Başdanışmanlığı yapmıştı, eski bir Milli İstihbarat Teşkilatı mensubuydu. Kendisinin siyasi duruşu, istihbaratçılığı gibi konularla hiç ilgilenmedim ama ilginç bir kişilikti. İstanbul trafiğinde kocaman Cadillac marka arabasının arkasına kurulup toplantılara gittiğini hatırlıyorum. Unutmadığım bir başka ayrıntı da ofisine aitti. Masasının önünde bir çok ofiste olduğu gibi misafirler için oturma koltukları, onların
önünde de bir orta sehpa bulunuyordu. Farklı olan, o orta sehpanın üzerindeki biblo koleksiyonuydu. Sehpa biblolarla öylesine doluydu ki, çayınızı kahvenizi nereye koyacağınızı şaşırıyor, belli ki çok kıymetli olan bu biblolara bir zarar vermeyeyim diye pür dikkat kesiliyordunuz. Hiç unutmadığım bir başka ayrıntı da test yayınından itibaren HBB’nin NFL [1] maçlarını vermeye başlamasıydı. Bülent bey kendinden çok emin bir şekilde bize tamamen yabancı olan Amerikan futbolunu Türk halkına sevdireceklerini ve ciddi bir fan kitlesi oluşturacaklarını anlatıyordu. Elbette pek dediği gibi olmadı, bu maçlarla çok küçük bir azınlık dışında hiç kimse ilgilenmedi. Kanalın genel müdürlüğüne TRT’den Tarcan Günenç getirildi. Onun yardımcısı olarak da Meltem Sayın görev almıştı. Meltem’i Ankara’ya yaptığım TRT ziyaretlerinden tanıyordum. İleriki yıllarda bir kalp rahatsızlığı nedeniyle oldukça genç bir yaşta kaybettiğimiz Tarcan Günenç’in ismini babamdan ve Ülkü ağabeyden defalarca duymuştum. Kendisinden çok iyi bir televizyoncu, işini severek ve son derece disiplinli yapan bir insan olarak söz edilirdi. TRT’de “TeleSpor” ve “İyi Akşamlar” gibi efsane programlara imza atmış bir yayıncıydı.
Bülent Öztürkmen rekabette bir adım önde olmak istiyordu. Bu nedenle Columbia’nın 1992-1993 yayın sezonunda ekrana süreceği tüm yeni dizileri almak üzere çok iyi bir teklif verdi ve kabul edildi. Dizilerin Amerika’daki performansını ve popülaritesini görmeden atılmış bir adımdı. Output deal olarak adlandırılan bu anlaşma türü biraz kumardı. O sezonda Columbia bir veya birden fazla başarılı yapım ortaya çıkarırsa kazançlı çıkılacaktı bu kumardan. Ancak o sezon aksi gibi Columba'nın dizilerinden hiç biri popüler olup, birkaç sezon daha devam edebilecek performansı yakalayamadı.
Bir önceki bölümde yeni kurulan özel televizyon kanalları arasında olan HBB’nin yapımcılık kariyerimin başladığı mecra olduğunu belirtmiştim. Yapımcılık serüvenimin bu başlangıç aşamasına geçmeden bu sevdanın nasıl başladığını anlatmak isterim.
İlk kurulan özel kanallar başlangıçta doğal olarak sınırlı sayıda yapıma yer verebiliyor ve yayın akışının büyük bir kısmını yabancı kaynaklı içerikler oluşturuyordu. Bu bizim gibi temsilci firmaların iş hacimlerinin artması anlamına geliyordu. Ancak işlerimizin zirve yaptığı dönemde dahi sarhoşluğa kapılmayıp geleceği düşünüyordum ve çok yakın bir gelecekte bu kanalların mutlaka yerli yapımlara yöneleceğini öngörüyordum. Bizim bir şekilde yapım işine girmemiz gerekiyordu. O
dönemde bizim gibi yabancı firmaları temsil eden rakiplerimiz Umut Sanat firması ve Ümit Atay ile sık sık karşılaşılan sorunlar, televizyon kanallarıyla olan ilişkiler ve yeni gelişmeler konusunda istişarede bulunurduk. Yapım konusu o görüşmelerde de gündeme gelince üç temsilci firma birlikte bir yapım şirketi kurmaya karar verdik. Üç şirket de aile şirketiydi. Karabol ve Karaca’nın “Kar”ı Atay’ın “At”ından oluşan KARAT diye bir yapım firması kurduk. Firmanın logosunu da değerli grafik sanatçısı Mengü Ertel yaptı.
[1] National Football League (Ulusal Futbol Ligi) Amerika ve Kanada'dan takımların katıldığı profesyonel Amerikan futbolu ligi
Yapımcılıkta hiç deneyimim yoktu. Ancak pazara baktığınızda nereden başlanabileceği konusunda bir fikrim vardı. Bir süredir TRT kurum dışındaki bazı yapımcılara dizi prodüksiyonları veriyor ve bunları genellikle Yeşilçam kökenli yapımcılar hayata geçiriyordu. Özel televizyonlar için de dizi üretimi söz konusu olduğunda Yeşilçam’ın deneyimli film yapımcılarıyla bizim rekabete girmemiz çok akıl kârı değildi. Ancak stüdyolarda üretilen yarışma, talk show eğlence programları gibi yapımlarla ilgili deneyim sadece TRT kadrolarındaydı. Her yeni özel televizyon kanalı TRT’den yapım ekipleri transfer ederek işe başlamıyordu. Üstelik KARAT’ta üç ortak firma olarak dış kaynaklı piyasayı elimizde tutuyorduk ve temsil ettiğimiz kataloglarda yurt dışında başarıya ulaşmış onlarca, belki yüzlerce format vardı. Daha önce yazdığım gibi Show TV ile bu alana ANS girmiş ve bir çok başarılı yarışma programının yapımın gerçekleştirmişti. Bizim de elimizdeki formatlardan biriyle bir yarışma programıyla başlamamız söz konusu olabilirdi.
KARAT’ta işin idari ve mali kısmını Ümit Bey’in eşi Yasemin hanım üstlendi. Beni genel müdür olarak görevlendirdiler. Bir ekip kurdum. Bir çok ortak dostumuz vasıtasıyla önceden tanıştığım İlhami Algör’e birlikte çalışma önerisi götürdüm, kabul etti. Çalışma arkadaşım Ferda Erdinç’in önerisiyle daha sonra uzun yıllar CNN Türk’ün yönetim kadrosunda bulunacak olan Ferhat Boratav ile anlaştık. Ferhat, Londra’da BBC World Service’deydi ve Türkiye’ye dönmek istiyordu.
Hayata geçen ilk işimiz HBB için olacaktı. Ancak ondan önce ekranlara gelmeyen ama çok keyifli bir deneyim olarak hafızamda kalacak benim yönetimimde hayata geçen ilk prodüksiyondan bahsetmek istiyorum. Temsil ettiğim firmalardan biri HIT adlı bir firmaydı. HIT Firması Amerika’da bir televizyon klasiği olan ve 1948’den 1971’e kadar süren The Ed Sullivan Show’un dünya dağıtımını almıştı. Progamın bir bölümü çeşitli varyete gösterilerinden oluşuyordu ama diğer kısmı adeta yirminci yüzyıl popüler müzik tarihi gibiydi. Elvis Presley, Beatles, Beach Boys, Jackson 5, Stevie Wonder, Janis Joplin, Barbra Streisand, Doors gibi popüler müziğin ikonları programda yer almıştı, hatta bazılarının ilk televizyona çıkışı bu programda olmuştu. HIT firmasına bu programın haklarını alsam ve varyete kısımlarını çıkarıp, şarkıların önlerine bir Türk sunucuyla sunumlar çeksem olur mu diye sormuş ve olumlu cevap almıştım. Bu şahane arşivden Show TV’de Faruk Bayhan’a bahsetmiştim. Faruk ağabey, eğlence programlarıyla ilgilenen Namık Kasapbaşoğlu’nu çağırmıştı ve anlattıklarımı dinledikten sonra bana madem bu kadar heyecanlandırıyor seni, bir pilot bölüm çek getir bakalım dediler. Her performansın önüne sanatçıyı, kariyerini anlatan, varsa geçmişinden bir anekdot aktarılan bir metin yazılacak, bir sunucu da bunu seyirciye aktaracaktı, ardından da şarkıyı dinleyecektik. İlhami Algör’ün önerisiyle Sevin Okyay’ın kapısını çaldık. Sevin hanım oğlu Kutlukhan ile birlikte pilot bölümün metinlerini yazmayı kabul etti. Pilot bölümde yer alacak şarkıcı ve gruplarla ilgili kısa ama doyurucu bilgilerle dolu olağanüstü güzel metinler yazdılar. Şimdi bunları kimin sunacağını bulmak gerekiyordu. 1990’larin başında yazları arkadaş grubumuzla birlikte sık sık
Kalkan’a gidiyorduk ve Erkut Taçkın ile çok samimi bir dostluk kurmuştuk. Erkut ağabey oğlunu genç yaşta trafik kazasında kaybetmişti. Belki onun da etkisiyle gençlerle birlikte olmayı onlarla vakit geçirmeyi çok seviyordu. Türkiye’de rock müziğin belki de ilk efsane ismi olan Erkut ağabeye projeden bahsedip pilot bölümü sunmasını önerince çok heyecanlanmıştı. Sunumları çekip orijinal programdan gelen performanslarla birlikte montajladığımızda, ortaya çok keyifli bir müzik programı çıkmıştı. Faruk Bayhan ve Namık Kasapbaşoğlu’ya hazırladığımız pilot bölümü izlettiğimizde ne tepki verdiler hatırlamıyorum ama bugün de sık sık kullanılan o klişe cümleyi duymuştuk muhtemelen “biz bir düşünelim, değerlendirelim, sizi ararız!”. Aramadılar. KARAT bünyesindeki bu ilk küçük prodüksiyon denemesi bir sonuca varamadan kalmıştı. Çok da doğaldı, müthiş bir rekabetin başladığı bir dönemdi ve bizimki genel izleyicinin çok minik bir bölümünün ilgisini çekecek türden bir işti.
Gelelim HBB’ye. Temsil ettiğim şirketlerden biri merkezi Los Angeles’ta olan DSL Productions idi. Sahibi yıllar sonra dolandırıcılıktan beş yıl hapse mahkum olduğunu öğreneceğim Drew Levin idi. Ağzı çok laf yapan, Ali'nin külahını Veli'ye Veli'ninkini Ali'ye giydiren tiplerdendi. Firmanın renkli bir kataloğu vardı. Hollywood’daki dublörleri veya filmlerdeki plastik makyaj, görsel efektler gibi konuları ele alan eğlenceli reality programları ve çeşitli belgesellerden oluşan bir katalog. Bu firmanın tarzı ve programları Interstar ekibinin hoşuna gidiyordu, onlarla bir dizi anlaşma yaptığımızı hatırlıyorum. Drew bütün bu programların yanında bazı formatların dünya dağıtım haklarını da almıştı. Bu formatlar arasında “Top Card” adlı yarışma dikkatimi çekmişti. Yerel bir kanal olan TNN’de [2] yayınlanan, uluslararası pazarda adı duyulmamış bir yarışmaydı. Yarışmada sunucunun arkasındaki panoda o zamanki Çarkıfelek’te de harfler için kullanılan döner kutular vardı. Bu döner kutuların üç yüzeyi olduğundan, ünlü çikolata ambalajından esinlenilerek bunlara toblerone diyorduk. Birinci yüzeyde kategoriler yer alıyordu. Üç yarışmacıdan biri kategori seçiyor, o kategoriden gelen soruyu önlerindeki butona kim önce basarsa o cevaplıyordu. Doğru cevap verildiğinde toblerone dönüyor ve arkasından bir iskambil kağıdı çıkıyordu. Yarışmacı o kağıdın karşılığı puanı hanesine yazabiliyordu ya da program hostesinin önündeki kocaman iskambil kağıtlarından oluşan desteyi tercih ediyor, hostesin kaldırdığı kağıtta kaç çıkarsa onu kazanmış oluyordu. Amaç black jack’te olduğu gibi toplamda tam 21 rakamına ulaşmaktı. Finale kalan yarışmacı da çeşitli ödüllerle birlikte en büyük ödül olan bir otomobili kazanmaya çalışıyordu. HBB ekibi yarışmayı çok özgün ve eğlenceli buldu. HBB ile ”Yirmibir” adını verdiğimiz yarışma için 1992 yaz aylarında anlaşma yaptık.
[2] The Nashville Network
Elbette kim sunacak, hostes kim olacak, nerede çekilecek sorularına cevap bulmak gerekiyordu. Maslak’taki AFM stüdyolarında çekme kararı aldık. Sunucu olarak Şükrü Türen’i, hostes olarak da manken Özlem Dinçer’i seçtik. Hazırlık aşamasında formatın Amerikalı yaratıcısı Allen Reid ve eşi İstanbul’a geldiler ve ekibimize yarışmayla ilgili işleyişi, dikkat edilmesi gereken unsurları anlattılar. Yönetmen olarak da yeni mezun genç biriyle, Güven İslamoğlu ile anlaşmıştık. Dekor kurulmuş ve çekimlere başlamak üzere hazırlık yaparken Güven birdenbire karar değiştirerek bir haber kanalında çalışmak üzere ayrıldı. Yeni bir yönetmen arayışındayken Faruk Bayhan bize son derece deneyimli bir yönetmen olan TRT kökenli Bülent Özdural’ı önerdi. Onunla anlaşarak işe koyulduk.
Yarışma, HBB’nin test yayınından asıl yayına geçtiği yeni yayın döneminden itibaren hafta içi her gün yayınlanıyordu. Kanal yarışmadan memnun görünüyordu. Biz kısa bir süre içinde bir çalışma gününde dört bölüm çekebilecek hıza ulaştık. Her şey yolunda gidiyordu. Bizi feci bir olayın beklediğini bilmiyorduk.
1993’ün Şubat ayında televizyon marketine katılmak üzere Monte Carlo’ya gittim. Ümit Atay ile aynı otelde Beach Plaza’da kalıyorduk. O benden bir gün önce varmıştı. Beni görür görmez “çok kötü bir haberim var, istersen bir yere otur” dedi. “Sen buraya uçarken AFM stüdyolarında yangın çıktı, bütün bina kül oldu” dedi. Ümit bey zaman zaman bana takılırdı. Yine şaka yapıyor, beni işletmeye çalışıyor sandım. Meğer doğruymuş. Yangın elektrik kontağından çıkmıştı. AFM bir stüdyonun olması gereken standartlarda değildi. Örneğin bir stüdyoda hiç olmayacak şekilde çatısının bir bölümü ahşaptı. Zaten bu yüzden yangın son derece hızla yayılmış. Allah korumuştu ve ekipten kimse bir zarar görmemişti. Tüm çekim ekipmanını yıllar önce Galatasaray altyapısında basketbol oynarken benim yöneticim olan Cemal Noyan’ın İmaj adlı firmasından kiralamıştık. Sanki beni bir şey dürtmüş gibi o dönem kimsenin yapmadığı bir şey yapmış, kiralanan tüm ekipmanı sigortalatmıştım. Sigorta firması yanan tüm ekipmanın parasını Cemal Noyan’a ödedi; ama sonra sanki yangından biz sorumluymuşuz gibi bize dava açtı. Halbuki sorun tesisattaydı. Meğer orada daha önce de ufak yangınlar çıkmış, sonradan öğrenmiştik. Hemen Film Sokağı’nda yeni bir plato kiraladık ve sıfırdan tekrar dekor yaptırarak çekimlere orada devam ettik.
Bu arada kanalın yayına başlamasından bir süre sonra Tarcan Günenç ayrıldı, yerine Adem Gürses geldi. “Yirmibir” 1993 yazına kadar bir sezon devam etti. Sezon boyunca özellikle kanaldan tahsilat süreçleri benim özel televizyonlarla iş yaparken bir yapımcının finansman konusunda nelerle karşılaşabileceği konusunda ilk dersleri çıkarmama neden oldu. Haftanın beş günü yayınlanan bir program üretiyorduk ve kanalın yapması gereken ödemeler sürekli aksıyordu. Aksayan ödemelerle ilgili sayısız telefon aramalarıyla takip yapıyor, sonra bir gün birden HBB’nin Bakırköy İncirli’deki ofislerine çağırılıyorduk. Oraya gittiğimde bizim gibi dışarıdan örneğin magazin programı yapan bir yapımcının, dış kaynaklı film ve dizilere dublajları yapan dublaj stüdyosu sahibinin de benim gibi çağırıldığını görüyordum. Adem beyin ofisinde oturup bekliyorduk. Bu bekleme bazan saatlerce sürüyordu. Sonra bir yerlerden bond çantalar içinde para geliyordu. Örneğin 20 bölüm alacaklıysak 10 bölüm karşılığı şimdilik bu kadar denerek bana nakit olarak teslim ediliyordu. Arabaya atlayıp bankaya koştururken, geri kalanı ne zaman alacağımızı, o zamana kadar prodüksiyonu nasıl sürdüreceğimizi hesaplayıp duruyordum. Bu hesaplar hiç bitmeyecekti, daha yeni başlıyordum.
Comments