top of page
Search
Writer's picturememokaraca

Yeni bir dönem.... ilk özel televizyon...


Bir önceki bölümde TRT yayın tekelinin sürmekte olduğu yıllarda ONK Ajans’ın bir markası olarak televizyon alanında faaliyet gösteren MAG TV’nin ve rakiplerinin ellerindeki ürünlerle ilgili nasıl bir pazarlama ve satış yaptıklarını anlatmaya çalışmıştım. İlginç bir dönemdi. Özellikle tek kanallı dönemde ülkenin tamamı her akşam tek kanallı televizyonda ne varsa aynı şeyi seyrediyordu. Elbette, bizim aracılığımızla gelen film, dizi ve programlar popüler olursa bu çok hoşumuza gidiyordu. Bir çırpıda satışlarını yaptığımız Tatlı Cadı (Bewitched), Tehlike Çemberi (Hart to Hart) Mike Hammer, Beyaz Gölge (The White Shadow), Muppet Show, Taş Devri (The Flintsones), Jetgiller (The Jetsons) gibi aklımda kalan bazı dizileri sayabilirim. Aile şirketimizin televizyon işine girmesine yol açan dizinin Tatlı Cadı olduğunu yazmıştım. Bu sevimli komedinin elbette hafızamızda hep özel bir yeri var. Benim için unutulmaz dizilerden biri de Beyaz Gölge’ydi. Sanırım tek kanallı televizyon döneminde yabancı bir dizinin toplum üzerinde nasıl muazzam bir etki yaratabileceğine en güzel

The White Shadow

örnekti. Bilmeyenler için kısaca bahsetmek gerekirse dizi, bir sakatlık nedeniyle emekli olarak NBA kariyerini sonlandıran profesyonel bir basketbolcunun ağırlıklı olarak siyahilerin ve latin kökenlilerin yaşadığı bir kenar mahalledeki lisenin basketbol koçu olmasını konu edinir. Ken Howard’ın canlandırdığı Koç Ken Reeves hepsi yoksul ve sorunlu ailelerden gelen çocuklara önce basketbol sporunu sevdirir, daha sonra liselerarası maçlarda başarıyı yakalar, bir yandan da her birinin hayatına dokunur, gençleri çeşitli sıkıntılardan, içine düştükleri dertlerden kurtarır, en ihtiyaç duydukları anlarda onlara yardım elini uzatır. Dizi henüz ben lisedeyken ilk kez yayınlanmıştı. Ülkemizde tüm gençlerin basketbola olan ilgisini zirveye ulaştırmış, her mahallede basketbol oynanır olmuştu. Ben Alman Lisesi’ndeki son iki senemde okulun hem lise hem de ortaokul basketbol takımlarının koçluğuna heves etmiştim. Alman hocalarımız da bu görevi üstlenmeme izin vermişlerdi. Aynı anda bizimkilerin aracılığıyla TRT’nin alıp yayınladığı Beyaz Gölge popüler olunca okulda herkes bana “koç” diye seslenmeye başlamıştı. Bu fenomen dizinin tekrar yayınlanmasını çok istemiştim ve 1980’lerin sonunda bu kez işin başında ben varken diziyi TRT’ye bir kez daha lisanslayarak izleyicilerle buluşturmuştuk.


Faruk Bayhan’ın ayrılmasından sonra Ülkü Tamer çok eski bir dostu ve çalışma arkadaşı olan Nuri Çolakoğlu’ndan [1] dış alımlar konusunda danışman olarak TRT’de görev alması için bir teklif aldı. Ülkü ağabey, sanıyorum benim işleri öğrenmiş ve devralmış olmamı da göz önünde tutarak bu teklifi kabul etti, bizden ayrılarak Ankara’nın yolunu tuttu. Henüz 26-27 yaşındaydım. Sanırım babam da işe dört elle sarıldığımı görmüş olsa gerek, bana güvendi, ona akıl danıştığım durumlar dışında işlerin akışına hiç karışmadı.


Ben yalnız kalınca benimle birlikte çalışacak birini aramaya başladım. O sırada sonradan eşim olacak olan Berna’nın ablası Banu Erginöz’ün evinde İdem Erman ile tanıştım. İdem, eşi Boyut Yayınları’nın sahibi Bülent Özükan’dan yeni boşanmıştı, kendine yeni bir hayat kurma çabası içindeydi. Çeviriler yaparak hayatını kazanmaya çalışıyordu. Benimle çalışması için ona öneride bulundum, kabul etti.


İdem’in MAG’da çalışmaya başladığı dönemde ortak bazı arkadaşlarımız vasıtasıyla fotoğraf sanatçısı Ahmet Elhan ve tasarımcı, sanat yönetmeni Sahir Erdinç ile tanıştım. Birlikte prodüksiyon işleri yapmak üzere bir şirket kurduk. TAYA adını verdiğimiz bu şirkete Teşvikiye’de bir ofis tuttuk. Film çekmek, belki o dönemde dışarıya işler veren TRT’ye proje sunmak gibi hayaller kurmuştuk. Ahmet ve Sahir, iş idaresi ve ilişkiler bağlamında benden katkı bekliyorlardı. Günün yarısını Gümüşsuyu’nda yarısını Teşvikiye’de geçirmeye başlamıştım ama sanırım zamanlamamız doğru değildi, en azından benim için erkendi. Ufak tefek reklam işleri, tasarım işleri yapan bir ofis olmaktan öteye gidemedi. İşin yürümeyeceğini anladığımızda ofisi bir süreliğine ilk filmi Karanlık Sular’a [2] hazırlanan ve prodüksiyonu yürütmek için yer arayan Kutluğ Ataman ve ekibine vermiştik, daha sonra da şirketi kapadık.


İdem’in MAG’daki ilk dönemi kısa sürdü. Yeniden bir hayat kurmaya çalışıyordu. Sekiz ay kadar sonra Türkiye’de hem Warner Bros. hem de Columbia filmlerinin sinema ve video dağıtımını yapan Warner Bros. Turkey firması ekonomik olarak onu çok rahatlatacak bir teklif yapınca hayır diyemedi. Benim önerimle girdiği sektörde daha uzun yıllar çalışacaktı ve yedi sekiz sene sonra yollarımız yeniden kesişecek ve tekrar MAG’a dönecekti. Ben yeniden bir çalışma arkadaşı arayışına girdim. Sahir Erdinç kızkardeşinin iş aradığını söyleyerek görüşmemi önerdi. Bu şekilde Ferda Erdinç ile tanıştım. Gerek işin konusu gerekse sonradan bana söylediğine göre ofisin evine çok yakın olması ona cazip gelmiş, işi kabul etti. Televizyon endüstrisi çok hareketli bir dönemin arifesindeydi ve bu döneme geçişi Ferda ile birlikte çalışarak yaşayacaktık.


[1] Nuri Çolakoğlu, Ülkü Tamer’den 5-6 yaş daha küçüktü ama her ikisi de Robert Kolej’de okumuşlardı. Meslek hayatlarında da yolları kesişmişti. Ben de Nuri Çolakoğlu’nu ilk kez Ülkü Tamer ile birlikte yaptığımız bir Londra seyahati sırasında tanımıştım. Nuri Çolakoğlu BBC World Service Türkçe Bölümü’nde çalışmış ve Milliyet Gazetesi’nin Londra bürosu şefliğini yaptığı için uzun yıllar Londra’da yaşamıştı. O ilk tanışmamızda bizi evlerinde bir akşam yemeğinde ağırladıklarını çok iyi hatırlıyorum.


[2] Kutluğ Ataman’ın 1989 yılında çektiği Karanlık Sular adlı ilk filmi, 5 sene sonra 1994 yılında vizyona girebilmişti.


 

Ahmet Özal & Cem Uzan

1989 sonuna doğru yeni cumhurbaşkanı seçilen Turgut Özal’ın oğlu Ahmet Özal ve işadamı Cem Uzan’ın bir televizyon kanalı kuracaklarına dair çeşitli dedikodular çıkmaya başlamıştı. Türkiye’de özel televizyon yayıncılığına izin veren bir yasal düzenleme yoktu. Fakat teknolojinin geldiği nokta yurt dışından uydu aracılığıyla yayın yapma ve bu yayının uydu antenleriyle izlenmesini mümkün kılıyordu. Ayrıntıları kısa bir süre sonra öğrendik. Liechtenstein’da Magic Box Inc. adında bir şirket kurulmuştu; bu şirket Almanya’da bir merkezden yayın sinyalini transponder kiralanan Eutelsat F-5 uydusuna gönderecek, oradan gelen sinyal de Türkiye’de çanak antenlerle alınabilecek ve yayın izlenebilecekti. Türkiye’de kurulan bir pazarlama şirketi aracılığıyla bir apartman dairesinin balkonuna yerleştirilebilecek büyüklükte uydu antenleri ve alıcıları satışa sunulacaktı. Bireysel alıcıların dışında apartmanlara veya sitelere tek bir uydu anteni kurulup, isteyen her daireye bağlanan alıcılarla orada yaşayan sakinlerin bu yayınları izlemesi mümkün kılınacaktı. İlk bakışta yıllardır tekel olan, siyasi iktidarların güdümünden çıkamayan, sıklıkla yasakçı bir zihniyete teslim olan, katı kurallarla yayın yapan TRT’nin dışında özgür bir yayının tüketiciye cazip geleceği ve hızla yaygınlaşacağı düşünülüyordu. Çok kısa bir süre sonra yeni kanalın yönetimi belli oldu. TRT’nin eski genel müdürü Tunca Toskay liderliğinde, eski televizyon daire başkanı Mehmet Turan Akköprülü, drama müdürü Ekrem Çatay, müzik ve eğlence müdürü Adem Gürses kanalın üst düzey yöneticileri olarak çalışmaya başladı. Hepsini gayet iyi tanıyordum. Ekibe bir başka sürpriz isim de katıldı: Cem Uzan’ın çok yakın arkadaşı Kerim Sağlam. Cem Uzan ile Alman Lisesi’nden tanışıyorduk. Ama gerek Cem Uzan’la gerekse Kerim Sağlam’la yıllar önce birlikte zaman geçirmiş olmama halamın oğlu Orhan Aksel vesile olmuştur. Cem ile kuzenim Orhan, Nişantaşı’nda Valikonağı Caddesi’nde yan yana apartmanlarda oturuyorlardı. Orhan ile Alman Lisesi’nde, ben 11. Sınıfta tökezleyene kadar aynı sınıftaydık. Özellikle sınav dönemleri sık sık Valikonağı’ndaki High School’un [3] hemen yan sokağında oturan Alman Lisesi mezunu Kâzım İnal’a özel derse giderdik. Kâzım ağabey sanırım Boğaziçi’nde master yapıyordu, Almanca eğitim veren okullardaki öğrencilere matematik ve fen derslerinde özel ders verir, onları sınavlara hazırlardı. Özel ders sonrası artık eve dönmez halamlarda kalırdım. O dönemde zaman zaman Cem’in akşamları Orhan’lara uğradığını birlikte oturup sohbet ettiğimizi, bir iki sefer de sabahları okula üçümüzün yeni ehliyet alan Orhan’ın arabasıyla birlikte gittiğimizi hatırlıyorum. Kerim Sağlam ise Orhan’ın Dragos’ta yazlıktan arkadaşıydı. Onunla da yıllar önce Dragos’a Orhan’lara gittiğim zamanlarda tanışmıştım.


Ülkede kurulacak ilk özel televizyonun hem sahiplerinden birini hem de üst düzey yönetici kadrosunu gayet iyi tanıyor olmak beni sevindirmişti. Yeni kanal işe büyük bir ihtimalle bol bol dizi ve film yayınlayarak başlayacaktı. Başlangıçta çok fazla yerli yapıma yönelmeleri pek olası değildi. Bu da işlerimizin gelişmesi, büyümesi anlamına geliyordu. İlk olarak Cem Uzan mı benimle temasa geçti, yoksa ben mi görüşmek için girişimde bulundum hatırlamıyorum. Ancak yeni televizyon kuruluşuyla ilgili olarak ilk görüşmeyi İmar Bankası’nın Mecidiyeköy’deki genel müdürlüğünde yaptığımız net olarak aklımda. Bu görüşmenin ardından Columbia ve Cem Uzan arasında mekik dokumaya başladım. Cem, film ve dizi alımlarıyla ilgili henüz hiçbir Hollywood stüdyosuyla anlaşmaya varmamıştı. O dönemde Hollywood stüdyoları, bir tür meslek birliği olan MPEAA [4] aracılığıyla dünyanın çeşitli ülkelerinde dizi ve filmler için her yıl minimum bir fiyat sınırı belirliyor, bu konuda yayıncılarla anlaşıyor, böylelikle rakip stüdyoların fiyat kırarak birbirleriyle rekabet etmelerinin önüne geçiliyordu. Türkiye’de de TRT zaman zaman çok popüler ve büyük bütçelerle üretilen yapımlara daha yüksek fiyatlar ödemekle beraber, ülkemiz için belirlenen minimum fiyatların altında alım yapamıyordu. Cem Uzan ise MPEAA fiyatlarının altına inmek istiyordu; çünkü başlarda izleyiciye erişimleri sınırlıydı; reklam gelirlerinin ne olacağı belirsizdi ve riski azaltmak istiyordu. Hollywood şirketleri ise yeni kanalın güvenilir, yükümlülüklerini zamanında tam olarak yerine getirecek bir alıcı olduğuna ikna olmak istiyorlardı. Cem Uzan hem benimle, hem de Warner Bros. Television’ın temsilcisi Ümit Atay ile sürekli irtibat halindeydi. Ben de Ümit Bey’le sürekli konuşuyordum. Ancak o da Warner Bros.’tan, benim Columbia’dan aldığım cevabın aynısını alıyordu: “Asla MPEAA’in belirlediği minimum fiyatların altına inemeyiz”.


Magic Box - Star 1 gazete ilanı

1990 yılının Şubat ayında Magic Box ekibi resmi olarak ilk kez uluslararası bir televizyon marketinde boy gösterdi. Çeşitli firmalarla görüşmeler yapıldı. Belli ki, Hollywood stüdyoları dışındaki bağımsız Amerikan firmaları ve Amerika dışındaki dağıtımcılar fiyatlar konusunda çok katı davranmamış ve bu yeni müşteriye kucak açmışlardı. Fakat o yıllarda bağımsız Amerikan yapımları ve Avrupa yapımları yola çıkmak için yeterli değildi. Tüm dünyada sinema salonlarının ve televizyon kanallarının nabzını Hollywood’un büyük stüdyoları tutuyordu. Mutlaka bir iki stüdyodan alım yapılması ve ekranın renklendirilmesi gerekiyordu. Ancak böylelikle izleyicinin ilgisi çekilebilir ve Magic Box’un uydu antenleri cazip hale getirilebilirdi. Sonunda Cem Uzan’ın inadı kırıldı. Bir akşamüstü beni aradı ve sordu : “Mehmet, biz MPEAA fiyatlarına okey dersek, bu iş tamam mıdır?” Aslında sadece fiyatları onaylamak da yeterli değildi; stüdyolar yapılacak alım tutarının tamamının banka teminatı ile garanti altına alınmasını talep ediyorlardı. Bu çok büyük bir sorun olmadı. Cem Uzan İsviçre bankalarından UBS [5] kanalıyla bunu sağlayacağını taahhüt etti. Columbia ve Warner Bros., Magic Box ile sinema filmleri ve diziler için anlaşmalar imzaladı. 4-5 sene önce işe başladığımda bir gün mutlaka ülkemizde de özel televizyonların kurulacağını öngörmekteydim ve işte o günler gelmişti, Star 1 adı verilen kanalın yayın hazırlıkları son sürat devam ediyordu.


[4] Bugünkü Nişantaşı Anadolu Lisesi'nde yer alan English High School for Boys


[5] Motion Pictures Exporters Association of America (Amerika Film İhracatçıları Birliği)


[6] Union de Banques Suisses


140 views0 comments

Comments


bottom of page